Korkunç olan ne, biliyor musunuz? 
İtrail, 15 binden fazla çocuğu diri diri yakarak öldürürken ve üstüne en az 25 bin yetişkin insanı gaddarca ve kalleşçe katlederken “biz” sadece kınıyoruz.
Sadece yürüyoruz akşam serinliğinde ve gerçek kahramanları utandıran pişkinlikle.
Evet, ateş bizim içimizde de bazı canları yakıyor, evet, bizde de kahrolan birileri var.
Evet, arlanan, darlanan, cihana sığmayanlar da var aramızda…
Ama işte yüzde bilmem kaçı Müslüman bu ülkede ve ama iki boyutlu deniz kumundan karikatür mizahının hüküm sürdüğü bir iklimde değil İtrail'i durduracak etki, ürkütecek ses bile vücuda gelmiyor.
Hiç kimse, evet hiç kimse, akıl almaz soykırımı, oluk oluk akan mazlum kanını durduracak çelikten yumruğun bizim ılık su müseahhitlerinden geleceğine ihtimal vermiyor.
Bir kısım yürüyenler de dâhil hiçbir genç en yakın fırsatta soluğu yüzsüz, sahtekâr, İslâm düşmanı ve münafık Batıda almak sevdasından vaz geçmiş değil.
Yüzsüz ve münafık Batı bütün riyakârlığına ve kirliliğine rağmen bizim diyarın tabiatından daha sevimli geliyor 23 yıldır yerli ve milli cennet sakinlerinin (!) yönettiği eğitim sisteminin zaferini (!) gösteren çıktıların gözüne...
İşe bakın ki bütün konforunu kaybetme pahasına sahici tepkiler de yine o Batıdan yükseliyor.
Asıl korkunç olan, Müslüman olmaktan değil bakınız, Müslümanız demeye utanmayı icap ettirecek sayısız sebebin  kurtlanan gönüllerden sızan sapsarı irinlerin taşlaşması ile balyoz darbeleri gibi kafamıza vurup durması.
Bir taş atımı mesafede insanlığımız yakılırken görevi bu yangını söndürmek ve zalimlere bedelini ödettirmek olanların her zamanki gibi gizli ajandalarının emrettiği istikamette sadece retoriklere sarılmaları yüzünden yanmış çocuk kokusunun yüreklerimizi teğet geçiyor oluşu…
Asıl korkunç olan bu!
PEKİ, NEYİ UNUTTUK?
İnsan yeryüzünde yaratılmadı.
İnsan, yeryüzüne göre tasarlanmadı.
"Allah seferi emretti, zaferi değil", çünkü yeryüzü sonuç alınacak yer değil.
İnsan, en şerefli iken işlediği günah veya itaatsizlik yüzünden yeryüzüne düşürüldü.
Bu arada derecesi de düştü.
Amaç tekrar o şerefe, Vahdet hâlinde olduğu varlığına erişmek.
“Sefer bu”, aslında.
Demek ki “vatan” da yeryüzüne ait bir kavram olamaz.
Türk irfanı/kimliğinin esası Türkistan tasavvufunda ete kemiğe bürünmüştür.
Buna ve elbette “yol”a dair usuller ona has ilimlerle çerçevelenmiştir.
Şimdi onların çoğu unutulmuş, zehirli haplar şifa niyetine yutturulmuş, yılanların gövdesi can simidi zannedilerek tutturulmuştur. 
Ülkülülerin bile kafası fazlasıyla karışık.
Vatan olmayan dünyaya bağlanacak sebepler inşâ etmek ülkülüye yakışır mı?
Statü, kariyer ve konfor peşinde koşar mı ülkülü?
Tevhid yolculuğuna yüz çevirip sahte Rabler edinir mi ülkülü?
Bu soruları ülkülüler artık üremesi durmuş bir toplumda ümit ışığı niteliği taşımadığı için soruyorum.
Son tahlilde koskoca ülküyü yeryüzü toprağının Turan denilen küçücük bir kısmını çevirmek seviyesine indirgeyenlerin kutsal davaları sırtlama iddiaları anlamsızdır.
Keza tasavvuf da aynı operasyonla yolunmuş kaza döndürülmüştür.
Hele hele okumuş etmiş ülkülülerin dünya malına tenezzül eden silik profilli şeyhlerle Yesevî hazretlerini karşılaştırma cüreti dayanılır gibi değildir.
Seküler ideolojileri imaj unsurundan öteye taşıyamayanlar birer kibir abidesi olarak mayayı bozmaktadır. 
Evet, bu insan'lık olamaz. 
Ülkü bu olamaz.
Asıl korkunç olan, aslını unutmaktır.
Bunun, bütün âlemin tıkıldıkları toplama kampının tel örgüleri içindeki ilkel yaşam ortamından ibaret olduğuna ikna edilmişlerin pespayeliğinden ne farkı vardır?
Hürriyet, bir tas daha kurtlu pirinç lapası yiyebilmek midir?