Gelin biraz hayal ile gerçeği harmanlayalım.
Gelin biraz hayal ile gerçeği harmanlayalım.
Yarım çay bardağı hayal ve bir gıdım gerçek yeterli.
Garipler ve mahzunlar hariç, herkesin, odağında kendilerinin (!) olduğu hayatları var.
Diğer varlıkların varlıkları; canlı veya cansız, görünen veya görülmeyen, bir şekilde o bütün yolların kesiştiği eşsiz kişiyle ilişkili.
Kişi, varlık, can, canlı, cansız, görü/n/l/mek gibi kavramlarda uzlaşma mevcut değil.
Kişilerin pek bir sahiplendikleri, esasında anlam perspektifinden öyle de olması lazım gelen hayat öykülerinde her bir fırça darbesi o kişiye özgü.
Ancak dost aynasında bu özgünlük teşhis edilebilir, “kişi sevdiğinin ahlakı ile ahlaklanır”, “bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” veya “üzüm üzüme baka baka kararır” misâllerindeki gibi, hatta hatalar silinir o aynada.
Öte yandan, bendeki A şahsı başkası için B adını taşıyabilir ve farklılık bununla sınırlı kalmayabilir.
Kezâ her bir birey, kendi öyküsü bir tarafa, kendi öyküsündekilerin kendi öyküleri varsa o öykülerde bambaşka şeylere denk düşebilir.
Zatına yabancı iken varlık âlemini tek tek nasıl tanımlayabilir kişi?
Bu soru kolay, geçelim.
Zor soru şu:
Acaba herkes kendi hikâyesini kendi yazıp filme de kendi mi alıyor?
Kimseye kızmanın, bağırıp çağırmanın, esip gürlemenin anlamı kalmıyor öyle ise.
Kızıp gürleyen diğerlerini gösterip aklanmaya çalışmayın sakın!
Sizin senaryonuzun sizin yarattığınız hayalî kahramanları onlar!
Replikler size ait!
Okuyucu tam da burada itiraz edecektir:
“Biz kendimiziz, kimsenin kurgusal dünyasında ‘hayat verdiği’ aktörler değiliz!” diyeceklerdir.
Bana söylemediğiniz sürece buna inanabilirim!
Bir kere ayrı evrenlerimiz olsa da birbirimizle dolanığız.
Kesişmekten kaçamaz, analitik düşünce ile de ayrışamayız.
Çareye çıkan tek yol demir dağları eritip geçidi bulmakla ortaya çıkıyor, yani kafamızı kumdan kaldırmak şart öncelikle.
Kuma gömülü bir başla âlemi tasavvur etmenin sonucu ilkel mağara insanı kadar yükseltiyor bizi.
Cansız dediğimiz maddelerin de bilinçleri var olabilir mi acaba?
Cevher veya özde anlaştık diyelim, kodlarla beraber gözlenen değişiyor, ona da tamam, ancak gözleyen de gözleniyor öbürünün penceresinden.
Son tahlilde var olana var demek mümkün görünmüyor pek!
Var iseler öldüklerinde irtibat neden kesilsin yoksa?
Hani “sahip olmak” diye bir şey var sanıyorsunuz ya!
Şöyle bir derin nefes alın şimdi.
Zihninizde dolaşan kaotik fırtınanın tozlarını aralayıp şunu demeyi deneyin:
Tıpkı rüyadaki gibi!
Hayal ile gerçek harmanlanıyor, herkes ne kadar canlı, sahici, gerçek gibi yaşanıyor rüya ama uyanınca duman gibi dağılıyor varlıklar!
Ne kalıyor geriye?
Yazıp yaşadığınız hayat öyküsünün kalitesi kendinizi ne kadar tanıyabildiğinizle ölçülebilir.
“Sadece ben yükselmiyorum özgür/mor bulutlar üstüne/ülkesine, canlı-cansız kahramanlar da yükseliyor.”
Ben güzelleştikçe düzeliyor dünya!
Biz büyüdükçe kirlenmiyor yani.
*
Savaşların, adaletsizliklerin, ihanetlerin ta içindeyim.
Yahut onlar benim içimde.