“İnsanlar rahatsız edici gerçekler yerine rahatlatıcı yalanları tercih ediyor” gibi görünüyor.
“İnsanlar rahatsız edici gerçekler yerine rahatlatıcı yalanları tercih ediyor” gibi görünüyor.
Sizi haksız olduğunuzda affedebiliyorlar ama haklı iseniz çok zor.
Özellikle onlar haksız iken siz haklıysanız acırım size, başınız büyük dertte demektir.
Tarih boyunca ışığı taşıyanlar, kandiliyle yolu aydınlatmaya çalışanlar hep baş üstünde taşınmadı.
Hele bir dışına düşmeyegörsün, üzerinde tepinenin haddi hesabı olmayabilir.
Gerçi içine düşse de sonuç aynı, içe düşmeye düşünme deniyor ya hani, düşüneni sevmiyor kötülüğün ucuz aparatları.
Çile, sıkıntı, acı, zorluklar karşısındaki tavır ayrı konu ancak cefa bahsine herkes nimet gözüyle bakamıyor sonuçta.
Meselâ Kağan'ın görevi Töreyi işletmektir.
Kaos varsa "başa gelen çekilir" diyerek adalet arayışını sonlandırmıyor akıllı insanlar.
Tevekkül ile ataletsizlik hem karıştırılmamalı hem de madem kötülüğün esamesi mevcut, yok saymanın âlemi yok denebilmeli.
Ufak bir ayrıntıyı atlamayalım fakat, önce kendi kapımızın önünü süpürececeğiz ve kötülükle mücadele ile kötülüğü bir kısım zevatın şahsî malı sayma/sanma hamakatine düşmeyeceğiz.
Hedef bataklığı kurutmak yani, mümkünse cümle varlığın bir'liği ve kardeşliği yolunda varlığı soykırıma uğratmak bir çözüm değil.
Bütün düşmanları öldürelim!
Kim kaldı geriye?
Ben!
Kötülüğün kökü kazınmış oldu, he mi?
*
Bataklığı kurutmak ancak insanı ihyâ iledir.
Eğitim, aile, stk'lar, sanat, spor, toplumsal etkinlikler vs bunun önemli/olmazsa olmaz araçları.
Devlet ise sürecin koordinasyonu ile yasama ve yargı erklerini kararınca işletmenin rakipsiz aygıtı.
Devlet adamları devletin görünen yüzü.
Onların görevlendirilmesi işlerinde halk kimi yöntemlerle devreye sokuluyormuş gibi ediliyor.
Türkiye örneğinde buna delil gösterilebilecek tek bir seçim bile sayamayız.
Bana göre herkesin oyu tartıda aynı çıkmaz ayrıca.
Zaten oylar sandığa girdiği gibi de çıkmaz veya sayılmaz çoğunlukla.
Her bir birey ayrı birer Devlet ve hukümet olamayacağına göre uzlaşmanın ölçütleri nasıl belirlenecek?
Geldik mi zeki ama düşünen insanlara.
Düşünmeyi dinden çıkmak zannedip sadece statü ve fiziksel tatmine odaklanan, bunu temin için her yolu mubah gören anlayış tam da düşünen zeki insanlara hizmet ediyor.
Son tahlilde iyi ama düşünemeyen kitlenin kötü ama düşünenlerin elinde nasıl maymuna döndüğünü anlatıyor tarih.
Siz haklı iken haksız olduğu hâlde size saldıran zeki ve iyi insanlar var ya, işten onlar onlar.
Zeki olmak yetmez...
İyi olmak yetmez.
Kötülüğün aparatı da olmamalısınız.
Akletmek ve düşünmek zorundasınız.
Er kişi işte ona denir.
Yoksa, er kişi yoksa ne olur peki?
Yalan serbest olur,
Haram serbest olur,
Kumar serbest olur,
Zina serbest olur,
Cinsel sapkınlıklar serbest olur,
...
Kötülük yayıldıkça yayılır...
Ama herkes zahiddir (!).
Oysa Türkistan tasavvufunu zamane tarikatlerinden ayıran ana unsurlardan biri şudur:
“Cümle varlığın birliği ve dirliğini dert edeceksin!”
Herkes önce kendine bakacak demek, bana dokunmayan yılan bin yaşasın demek değildir!
Başkasının çöpünü elbette karıştıramazsın, yasak, lâkin bir zombiye dönüşmesini ve zombiliğin yayılmasını seyretmek de yasak.
İyiliği emredip kötülükten sakındıracaksın!
Ne kadar yiğitsen o kadar.