Pazarlamacı Gregor Samsa’nın kâbuslarla geçen gecenin ardından bir sabah uyandığında böceğe dönüşmesini ve yeni hayatına alışmaya çalışırken birlikte yaşadığı ailesinin yüzleştiği zorlukları anlatan Kafka eserini okumayan yoktur.

Pazarlamacı Gregor Samsa’nın kâbuslarla geçen gecenin ardından bir sabah uyandığında böceğe dönüşmesini ve yeni hayatına alışmaya çalışırken birlikte yaşadığı ailesinin yüzleştiği zorlukları anlatan Kafka eserini okumayan yoktur.

Hayatı hiçbir öğesiyle kendi denetiminde olmayan insanın ailesine, çevresine ve en kötüsü kendine yabancılaşması fakat bu felaketin ancak böceğe dönüşünce farkına varması, varlığı ve özgürlüğü sorgulama fırsatı bulmasına karşın bundan aciz kalışı…

Dinamikleri kozmik hiyerarşi benzeri soyut unsurlarca denetlenen yığınların sürüden öte değer taşımadığı bir şekilde sürüden ayrılanın dışlandığı…

Dünya da Samsa’nınkini andıran öyle kâbuslu bir gecede, ölümcül taklalar atarak, ancak sisler arasında belli belirsiz seçilen korkunç tünele doğru sürükleniyor.  

Üçüncü Dünya Savaşı ile masayı dağıtıp her şeyi eskisinden kopuk şekilde yeniden kurmak isteyen baskın odaklar tünel çıkışında planladıkları “dönüşüm”le başarıya çok yakın.

Konrolsüz savrulmaların da kontrol edeninin var olduğunu anladığınızda kaderin ağlarının artık kaçamayacağınız şekilde sizi sarmalamış buluyorsunuz.

Aptal kafanızı taşlara vurmanın bu raddede durumu da daha da ağırlaştırmaktan başka ne getirisi olabilir?

Veya torbadan tavşan çıkaran sihirbazın sözde başka utanmazları kurtarıcı diye takdim etmesi?

Siyasetçilerin isimlerinin değişmesi "politikalarda süreklilik ilkesi (!)" gereğince sonuç üzerinde etkisizdir.

Ancak nonlineer denklemlerin başka boyutlarda görünür kılınabilen dinamik parametrelerini somutlaştıran isimsizler bahis konusu ise, gök delinip yer yarılabilir.

Bazı potansiyel güç merkezleri hilâlin sıcağı ile ısınmayı tercih ederse her şey değişir.

Tabi "bizimkiler" bırakırsa...

İmam Cafer-i Sâdık (r.a.) sözüdür:

“Evveli korku, sonu özür olan her günâh, insanı Hakk'a yaklaştırır.

Evveli güven, sonu kibir olan her ibâdet, insanı Hakk’tan uzaklaştırır!

Kendini beğenen her itaatkâr aslında âsîdir, her af dileyen âsî de hakikatte itaatkârdır.”

Ne de hikmetli ifadeler!

"Bizimkiler" sonsuz kibir ve tükenmiş güvenilirlikleri ile insanları Hakk'tan uzaklaştırıyor.

Başka yerlerde açan ve manzarasını bizimkilerin kirletmediği "âsîler" ise af dilemekle her ân hakikatin kandilini taşımaya başlayabilirler.

Hem öz eleştiri hem de gâvur sözüne mesafe koyma çağrısıdır bu.

İtrail soykırımını kınayan eylemler bile yeterli, durumu âşikârlaştırmak için.

Bizde eylemciler kır yürüyüşü gibi teatral mizansenler çizerken o "gâvurlar" çırpınıyor, yırtınıyor zulmü durdurmak uğruna.

Yanlış değerlendirilmeyeceksem, eylemlerde özgürlüklerini ve hatta hayatlarını koyuyorlar ortaya, gözlerini kırpmadan.

Bu içten adanmışlık biz ödleklere onların iman ile şereflendikleri anda göklere ulaşan basamakları hızla çıkacaklarını düşündürüyor.

Ama "bizimkilere" itaat edenler kendilerini korkak değil, erdemli olarak görürler, değil mi?

Ülkemizde üzerinde etiket bulunan siyasetçiler ile din adamlarının en az güvenilenler arasında yer alması hiç şaşırtıcı değil.

Sözü ile eylemi birbirini tutmayan, zaten sözünü de tutmayan, üstelik Tanrı’ya verdiği sözü de unutan ama biteviye atıp tutan bu “yapı”ların mensupları mahzunlardan hüzünlerini de çalıyor ayrıca.

İslâm güneşi burada batmaktadır erenler, bakalım nereden doğacak?