Bir dönem televizyon programı yapan bir arkadaş vardı. Kamera şakaları ile ünlenmişti adı da sanırım Mustafa Karadeniz olması lazım. Çok komplike şakalar yapar, maruz kalan kişinin şakalanmaktan başka çaresi kalmazdı. İyi de hatırlıyorum bir programında imam şakazedenin yatağının başında dua ediyor yakınları da ağıtlar yakarak ağlıyordu. Adam uyanıyor önce ne olduğunu anlamaya çalışıyor sonra da ailesine ölmediğinin anlatmaya çalışıyordu. Ancak önceden şartlanmış olan ailesi ona karşı duyma ve görme tepkisi vermiyordu. Bu böyle devam ediyor ve en sonunda güle oynaya söylüyorlar ve adamın şoku hala daha devam ediyordu.
Başka bir olayı daha anlatmak istiyorum ama burada şakacının adını bilmiyorum. Şakazedenin ülkesine geliyor, kendini mağdur göstererek insanlardan merhamet bekliyor. Bu mağduriyetini de din kardeşliği ve Osmanlılık üzerinden şakazedenin ülkesinde yaşayanlar temellendirmeye çalışıyor. Bir yerden sonra imkânı olan şakacı para vb. durumlarla o ülkeden vatandaşlık alıyor. Bir anda mağdur edebiyatından mağrur konumuna yükseliyor. Şakacının mağrurlaşmasıyla birlikte ilk şakada olduğu gibi artık şakazedenin başında deyim yerindeyse dua edilmeye başlanıyor. Mağrur şakacı hukuk, anayasa tanımıyor. Çeşitli huzur bozan eylemlerle adından sıkça söz ettiriyor. Taciz, tecavüz, cinayet derken şakanın tadı kaçmaya başlıyor. Şakazede bas bas bağırıyor ben ölmedim, kesin başımda dua okumayı. Ölmedim ancak bu işler devam ederse her an ölebilirim, lütfen bana yardım edin. Kendi evimde ben mağdur olmaya başladım diyor. İşin tuhafı kimse kulak vermiyor, kulak vermediği gibi şakanın dozunu da artırmaya başlıyorlar. Şakazede uyanırlar belki diye hukuk ve siyasete çağrıda bulunuyor onlar da gram duyma ve görme refleksi göstermiyor. Kendi kendine diyor ki bu şakaysa artık bitsin Allah’ım, dayanacak gücüm kalmadı. Ama şaka bitmiyor ve şakazede gerçekten ölüyor ve şakacı da buna iş kazası diyor ve geçiyor.
Neyse şakayı bir tarafa bırakalım, gerçeklerle alakalı gündemden bir olay söyleyip bu bahsi kapatayım. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da özel bir okulda okuyan Irak asıllı insanlıktan nasibini almamış bir yaratık katliam gerçekleştirdi. Okuduğu okulun müdürünü makam odasında silahla vurarak hayatına son verdi. Her geçen gün artan mülteci sorununa bir cinayet daha ekleniyor. Hem meslektaşları hem de toplum olarak hukuk ve siyasilerden bu konuya çözüm bulunması talepleri katlanarak artarken hala daha kapı duvar olmaya devam ediyor. Ne görme refleksi var ne de duyma. Buradan bir kez daha çağrıda bulunmak istiyorum. Lütfen bu soruna bir çözüm bulun! Biz fert olarak değil, millet olarak ölmeye başladık. Ya öleceğiz ya da kendi çabalarımızla yaşamaya çalışacağız! Bak bu şaka değil(!)