Türkiye’de devamlı yeni bir anayasa yapmak, anayasa maddelerinde değişikliğe gitmek gündem konusu olur. Darbe anayasası, şüphesiz ki ülkeme layık değildir ama, anayasa isteyenlerin bir bölümü de, Türkiye’nin temel değerlerine karşı sorunludur, Samimi değillerdir.

Çok uluslu, çok dilli, çok kültürlü, yerel yönetimlere dayalı Siyasal toplumsal bir yapı, farklı eğitim anlayışı dile getirmek, tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Anayasanın özellikle ilk dört maddesini değiştirmek, 66. maddeleri Türklük tanımına karşı çıkmak söz konusudur. Türk kimliğini, etnisite haline getirmek istiyorlar. Türk kimliği yerine, “Türkiyelilik“ gibi coğrafyaya dayalı bir yapı dillendiriyorlar.

Türkçe'nin, resmi dil olmasının dışında, etnik dillere de resmi diye statüsü hedefliyorlar. Türk milleti, “yeni anayasa” girişimlerine, “Türkiye yüzyılda” gibi söylemlere karşı çok bilinçli ve uyanık olmak durumundadır. Dünya tarihinde devletler, parçadan bütüne giderken, bizde tersine bütünden parçaya gitme gayretleri vardır ki burada iyi niyet yoktur. Her özellik ayrılığa gider, büyük sorunlara yol açar, bu kesin bir söz sosyolojik Siyasal gerçekliktir. Dünyada 7 bin dil vardır. 200 civarında devletin çok azı hariç büyük çoğunluğu “tek resmi dil” benimser. Ana dilin inkarı söz konusu değildir.

İnsanın, dili, ailesi, kavmi kaderidir. Bireyin değil, devletin “tek dile“ “sahip olması esastır. Bireyler, ana dillerini konuşmalıdır, geliştirmek için organizeler yapabilirler, bu başka bir durumdur. Etnik temelde siyaset üretmek, ayrıştırıcıdır, parçalanmayı hızlandırır. Bu küresel projelerin uzantılarıdır. Dünyada anayasalarda çoğunlukla “millet” “milliyet” kavramları kuvvetle vurgulanır. Ayrıca devletin temel kavramları da ön plandadır. Türkiye, ırk değil, kültür temeli üzerine kuruludur. Türkiye, ülkesi ve milleti ile bir bütün olmalıdır. Üst kimlik, ”Türk milleti” dir. Geçmişe kan büyütmeyin, hesaplaşmayı artık bırakalım. Başak güçlerin projelerine karşı bir olup duralım. Hep birlikte, yarışan dünyaya ayak uyduralım. Mantıklı olalım, güçlü olalım, devletimize, milletimize, yaşayanlarımıza sahip çıkalım.

DÜNYANIN YEDİ HARİKASI

İnsan akıl yürüten, düşünen bir varlık olarak diğer yaratılmışlardan ayrılır. Yaratıcı, insanı en mükemmel, en üst tasarımla, kendisi için yaratmıştır. İnsan kainata bir düzen getirecektir. Gelişmelere, uygarlıklara öncülük edecektir. İnsan, “ Eşref-i Mahlukat “ olarak farklı bakar, farklı farklı düşünür, farklı görür, farklı çözümlere gider. Öğretmen, çocuklardan dünyanın yedi harikasını bir kağıda yazmalarını istedi. Gelen cevaplar da:

1- Piramit

2-Babil’in Asma Bahçeleri

3- Helyos Heykeli

4-Mausoleum

5-Zeus Heykeli

6-Artemis Tapınağı

7-İskenderiye Feneri Yazılıydı. Bir Öğrenci Kağıdını Vermekte Tereddüt Etti. Öğretmenine; “ Dünyanın Yedi Harikası Bunlar Değil“ Dedi. Başta Öğretmen Olmak Üzere Tüm Sınıf Şaşırmıştı. Öğretmen; “ “Peki Söyle Bakalım Senin Listende Neler Var?” Öğrenci Listesini Okumaya Başladı:

1-Görmek

2-Dokunmak

3-Duymak

4-Tatmak

5-Gülmek

6-Hissetmek

7-Sevmek Sınıfta sessizlik oldu. Cevaplar tüm öğrencileri yeniden düşünmeye, değerlendirme yapmaya teşvik etti. İnsanlar için gözler ne kadar değerlidir. Gözlerimiz için her şeyimizi feda edebiliriz. Dünyanın bilinen yedi harikasını gözler yapmıştır, gözler bakarak düşünülmüştür. Gözler üretmiştir, üretime katkılar vermiştir. Gözlere hayranlık duyulmuştur.

Rabbimiz, gözlerimizi başımızın arkasına değil, önüne koymuştur. Ne hikmetli bir konumlandırmadır bu. Denir ki insan arkaya değil, devamlı öne bakmalıdır. Sadece gözlerimizin Şükrü’nü eda etmeye kalksak ömür yetmez. Sözü bir hocamızın Prof. Dr. Sami Zan ile bağlayalım: “göz dünyaya açılan penceredir, gözler medeniyetler yapar fakat medeniyetler göz yapamaz. İnsana Allah’a götüren yol anatomiden geçer.