Bu yazı benim için bir görevdir.
Yiğit bir adamın saygıyı hak eden vuruşması ve ayakta ölmesi öyle laf arasında geçiştirilecek şey değildir.
Bu aslında gök gürültülerini bastıran bir duruşmadır.
Hesabını dünyada iken vermiş, geride çoluk-çocuğum var derdine kapılmadan kanatlarını takmış, kolları koptuğu hâlde semaya yükselirken güle güle gitmiş, şahitlere katılmıştır.
Samimiyet tarafı sınırlı uyuşturma ile alınmış sahtekâr dava adamları arasında nefes alıp vermenin ağırlığını artık taşıyamayan delikanlı, sürgünümü uzatma diye dua ettiği Yaradan’ına uzuvlarını feda ede ede, ölüme imrendirerek uçup gitmiştir.
Kaldı ki Japon gazeteleri bile öz'ü kavramış, Yahyâ Sinvar’ın fotoğrafını, yayınladıkları makalede, onu son nefesine kadar savaşan, teslim olmayan samuray savaşçılarına benzeterek anlatmış, görsel olarak da resmetmiştir.
Mehmet Akif bu günleri görseydi, "Evet ölümden korkuyorum! Yatağımda yaşlı develer gibi ölmekten, kalp krizinden veya trafik kazasından ölmekten korkuyorum. Allah yolunda dinim, vatanım ve mukaddesatım için ölmekten korkmuyorum." diye haykıran Gazze Arslanını Çanakkale şehitleri ile birlikte anabilirdi.
Erenler, kimi "koltuk" vehmiyle kucağa oturmayı şeref ve itibar kazanmak sanır, kimi de şehid olduğu evin sahibinin
“Dünyanın en temiz ve en şerefli kanepesi bizim evimizdedir.” dediği koltuğa şeref, izzet, itibar kazandırır.
Ve şimdi siz, ülke düşünün; kanla yazılan tarihinin münkiri siyasetçileri eliyle ve köpek yalından değersiz vaatler için töreden soyunan halkının alkışları arasında adi bir fahişe gibi pazarlanıyor...
Övünülen ne varsa son 22 yılın kazanımı diye ellerde patlıyor...
Sağlık sistemi zaten gittikçe azalan Türk nüfusun pamuklara sarılması gereken bebeklerini katleden örgütlerle çürütülmüş...
Ve dinleyin hele, kimler yok ki o hastanelerin sahipleri arasında...
Sadece yeni doğan bebekler mi katledilmiş?
Şaibeli işler ceset kurtları gibi âşikârlaşmış, yangının ulaşmadığı yer kalmamış...
Kamu adına yetki kullanan hiçbir kişi ve kurum güven vermiyor artık.
Buna rağmen, üç kuruşluk kaltak konforu uğruna kirli düzenin avukatlığını sürdüren pespaye düşkünler hiç susmuyor.
Yunus Sûresi’nin 8. ayetini hatırlatırım erenler.
İşte Yahyâ Sinvar, o rezil sürtüklerin aurasında, hem de vatan için yaşamanın en fazla gerektiği şartlarda vatan için ölmeyi seçerken paramparça edilmenin hazzını doyasıya tadan heriftir.
Hamas nedir, neye hizmet eder, neyi sever veya sevmez, bana ne?
Adam gibi ölmenin o.ç gibi yaşamaktan yeğ olduğunu adım gibi biliyorken o.ç.larını mı yüceltecektim?
Tıpkı teşkilâtın fedailerinden atası İzzettin Kassam gibi bir ölüp bin dirilmiş Yahyâ yerine leş kavgası güden akbabaları mı alkışlayacaktım dava adamı saygısıyla?
Bir Türk gibi ölmüştür Sinvar ve ölüsü dirisinden daha tehlikelidir!
Destanlarda yaşatılmayı emdiği helâl süt ile hak eden ve şahadeti ile yiğitliğini perçinleyen bir Kür Şad ne ise o da odur!
Bu yazıyı, öfkeden tir tir titreyen parmaklarımla sabaha karşı yazıyorum.
Bir kahramanı uğurlarken uğursuzluklar çağından, nefes alamadığımı haykırıyorum.
Dilimde 59 yaşındaki delikanlının âdetâ veda konuşması gibi sözleri:
“Bedeli ne olursa olsun, çocukluğumuzda annelerimizin bize öğrettiği gibi: ‘Gökten ineni yer karşılar!’”
*
Ey büyük dava (!) adamları!
Ey mangalda kül bırakmayanlar!
Ey bulunmaz Hint kumaşları!
Rahata erdiniz sanmayınız.
Herkesin kıyameti kendine özel.
Sizin için çoktan başladı Armageddon (Arapça أرمجدون, Latince: Armagedōn, Eski Yunanca: Ἁρμαγεδών Harmagedōn, İbranice: הר מגידו har məgiddô) veya Melhâme-i Kübrâ).
Sigaya çekileceksiniz.
"Son herif" alayınızdan sonra ölecek.
Yemin olsun.
Şehitler ölmez, şehitler ölmez.