Vahap Süreyya Bey, 1905 yılında Ordu´da doğmuştu. Ordu´nun yetiştirdiği değerli bir evladıydı.12 Ağustos 1967 tarihinde vefat ettiğinde 62 yaşındaydı. Vahap Süreyya Bucak´ın taşıdığı en önemli özelliklerinden birisi de, Cumhuriyet ilanından sonra Ordu´nun ilk yüksek tahsil yapmış gençlerinden birisi olmasıydı. Bir akşam Akaretler, Valideçeşme´de oturan yakınlarını ziyarete gittiği sırada rahatsızlandı. Ambulansla Amerikan Hastanesine kaldırıldı ve birkaç gün sonra Vahap Bey vefat etti. Doktorların koyduğu teşhis, zatülcenp idi. Vahap Süreyya Bucak´ın hiçbir hastalığı olmadığı, kendine çok iyi baktığı, ağzında bir tek çürük dişi bile olmadığı ailede söylenirdi. Doğru ve disiplinli yaşamayı seven, çok düzgün bir insandı. Ailede efsaneydi. Saygı uyandırırdı. Çevrede ona herkes "Paşa" diye hitap ederlerdi. Epeyce yakışıklıydı. Bayramlarda, çocuklara harçlık ve çikolata verir, fakir fukaraya muhakkak yardım ederdi. 1903?1972 yıllarında yaşamış olan Fevzi Güvemli, Ordu´da Kamu kurumlarında idarecilik yapmış ve çalışma hayatı ve özel hayatı ile ilgili anılarını da kaleme almıştı. ?Bir Zamanlar Ordu (Anılar)? Kitabında; 14 Nisan 1916´ da Rus ordularının Trabzon´a girmesiyle birlikte, binlerce ailenin batıya doğru büyük bir göç başlattığını, bunlar arasında olan Fevzi Güvemli ile ailesinde olduğunu, Ordu´ya kadar geldiklerini ve Vahap Süreyya efendinin Saray mahallesindeki konağında birkaç gün kaldıklarını şu şekilde anlatıyor: ??Evet, bir güz sabahı düştük yollara. Karadeniz kıyısında Trabzon´dan büyük göç bizimle başladı. Tarih Eylül 1915 idi. Eskilerin ?sümbüli? dedikleri kapalı ve sıkıcı bir hava vardı o güz sabahı. Denizin yüzü gülmüyordu ama hiç değilse uslu duruyordu. İlk hedef Ordu´ydu. Ondan sonra bakalım Tanrı ne gösterirdi. Yolculuk günlerce sürecekti. Rus gemileri yüzünden kıyıya yakın gitmek, geceyi de karada geçirmek gerekiyordu. Mevsim de ilerlemişti kışa doğru; fırtınalar da hesaba katılmalıydı. Kayıkların kıç üstlerine kilimler serilmiş, minder ve yastıklar atılmıştı. Ve kayıklar denize itildi; tayfalar ve reisler yerlerini aldılar. Teknelerin başı batıya döndü, kısmet bu kadarmış. Sürmene! Yorumlananların hepsi geldi başımıza. Rus gemilerinden mi kaçmadık, fırtınaya mı tutulmadık, yağmur altında uzun yollar mı tepmedik? Vakfıkebir´e doğru karayel esti, yağmur başladı. Bizi kayıklardan çıkardılar. Onlar bata çıka denizden, biz karadan, yorgun ve sırılsıklam ulaştık kasabaya. Tirebolu yakınlarında gemilerden zorlukla kaçıp gizlendik. Bütün bunlar bana eğlenceli geliyordu. Uykumuz gelince annemin bir dizine Sami´ye, ötekine de ben koyuyorduk başımızı; oh! mışıl mışıl uyuyorduk, kayığın kıç üstünde. Sonunda bir gün Ordu´yu bulduk. Ordu´da birkaç gün Vahap Süreyya Bucak´ın evinde konuk olduk. Sonra İbrahim Reislerin evlerinden birini tuttular bize. Bu ev o zamanlar Fidangör´den Hükümet Konağı´na giden yolun üzerinde tek başınaydı. Bu evde çok az kaldık (on bir gün.) Mahallenin Rum çocuklarıyla kaydırak ve top oynuyordum. Geceleri yorgun argın ayı postunun üstüne seriliyordum. Kısa bir süre sonra ailenin büyükleri ne düşündüler bilmem, Samsun´a gitmeye karar verildi. Yine kayıklarla düştük yollara...? Ordu´nun tanınmış bir siması olan aslen Saraycık köyünden Abdülvahap oğlu Süreyya efendi Saraycık köyünde oldukça geniş topraklara sahip hali vakti oldukça zengin insandı. Köydeki arazilerine Süreyya Beyin kardeşi gibi gördüğü Ali Kandemir ve ailesi bakıyor ve ilgileniyordu. Süreyya Bey ve Emine hanımın biricik oğlu olan Vahap Süreyya Bey, Ordu´nun en eski yerleşimlerinden olan Saray mahallesinde Kaymakamlık binası ve Askerlik Şubesinin arkasında geniş bahçeli bir konakta kız kardeşleri Afet ve Refet ile birlikte oturuyorlardı. Daha ilkokul sıralarında iken, çalışkanlığı, intizam severliği ile arkadaşları arasında öne çıkmış, parlak ve geleceği olan bir talebeydi. Ordu idadisini (Ortaokul) başarıyla bitiren Vahap Süreyya Bucak, Liseyi Trabzon´da okumuştu. 1925 yılında Ankara´da açılan Hukuk Mektebine de girmeyi başarmıştı. Vahap Süreyya daha sonra istinaf mahkemelerinde zabıt kâtibi olarak hayata atılmıştı. Ankara Hukuk Mektebi bu noktada, eski hukuku bilen ve uygulayan hukukçular yerine yeni hukuku yaratacak, uygulayacak ve geliştirecek hukukçuları yetiştirmek üzere 5 Kasım 1925 tarihinde Cumhuriyetin ilk yükseköğretim kurumu olarak ?Ankara Adliye Hukuk Mektebi? adıyla yola çıkmış, 1927 yılında Vekiller Heyeti kararıyla ?Ankara Hukuk Fakültesi? adını almıştı. Türk Devrimi ve Türk Hukuk Tarihi içinde Ankara Adliye Hukuk Mektebi´nin çok özel bir yeri vardır. 29 Ekim 1923 ?de Cumhuriyet´in kurulması ile başlayan süreç bir devrim olarak nitelendirilebilir. 5 Kasım 1925 tarihinde kurulan Ankara Hukuk Mektebi´nin tarih çizgisi üzerindeki yeri Devrim Tarihi içindedir. Cumhuriyet´in ilk yükseköğretim kurumu olma sıfatı ve yeni Türk toplum yaşamının kurucusu ve güçlendiricisi olma savı ile 1925 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında öğretim faaliyetlerine başlayan bu hukuk okulu geçen seksen dört yılda yetiştirdiği onbinlerce hâkim, savcı, noter, avukat, yönetici, akademisyen, kaymakam, vali, diplomat, müfettiş, milletvekili gibi birçok farklı görevlerde bulunan on binlerce mezun verecekti. ?Ankara Adliye Hukuk Mektebi? Cumhuriyet hukukunun kurulması, korunması ve geliştirilmesinin yanı sıra Türk toplumunun çağdaşlaşmasında da asli görev ifa etmiştir. Ankara Hukuk Mektebi o günkü Adliye Vekâletinin bir iki odasında eğitime geçmişti. 1934´e kadar bu binanın içinde genişlemiş ve Adliye Vekâleti yeni inşa edilen Ankara Adliyesi binasına taşınınca da tamamen o binada kalmıştı. Vahap Süreyya Bucak´ın da içinde olduğu Ankara Adliye Hukuk Mektebi´nin ilk öğrencileri birçok yönden tarihe tanıklık etmişti. Öncelikle bir parlamentonun bir fakülteye bu kadar itibar etmesinin örneği yoktu. TBMM, toplantı salonunu, kütüphanesini, zabıt kâtiplerini, matbaasını bir fakültenin adeta ?emrine? vermişti. Ankara Hukuk Mektebi´nin ilk yıllarında, hocaların son derece disiplinli olması nedeniyle öğrenciler de derslere devam ediyor, not tutuyor ve ciddi bir surette çalışıyordu. Ayrıca devam mecburiyeti de çok sıkı kontrol ediliyordu. Öğrenciler her bir dersin en az üçte ikisine devam etmek zorundaydı. Özellikle yurtta kalan öğrencilerin devamı konusunda daha titiz davranılıyordu. Öğrenciler, Atatürk´ün Nutuk adlı eserinin 15-20 Ekim 1927 tarihinde okunduğu sırada TBMM´de hazır bulunmuş ve 6 gün boyunca bu eseri canlı olarak dinlemişlerdi. Ayrıca Mustafa Kemal´in ağzından Gençliğe Hitabeyi de dinlemişlerdi. Mustafa Kemal Paşa da, kuruluşundan itibaren Ankara Hukuk Mektebi´ne son derece önem vermiş, dersleri ve sınavları sık sık izlemişti. Ancak Mustafa Kemal´in okulu ziyareti öğrencilerden daha çok hocaların heyecanlanmasına neden olmuştu. Nitekim Mustafa Kemal Paşa, Sadri Maksudi´nin bir sınavına girmiş, bu sırada sınavdaki öğrencilerden çok sınıfta bulunan hocalar ter dökmüşlerdi. Adliye Hukuk Mektebi´ne kayıt yaptıran Vahap Süreyya Bucak´ın içinde olduğu 300 öğrenciden 143´ü, 1927-1928 yılında derslerini tamamlayarak fakültenin ilk mezunları olmuşlardı. Vahap Süreyya Bucak ile birlikte mezun ilk öğrenciler arasında Afganistan Büyükelçisi Ahmet Han, Atatürk´ün umumi katibi, başyaveri ve yaverleri, yaşlı başlı birçok kimseler, subaylar, memurlar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu gibi bilim adamları, Mümtaz Yılmazoğulları, Mehmet Vehbi Tetik, Mustafa Nazif Özada, Emin Halim Ergun, Abdülkadir Rauf Dizdar, İbrahim Kemal Oran, Esat Tevfik Erpak gibi Cumhuriyet döneminin ilk hakim ve savcıları da vardı. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, yasal hâkim teminatına aykırı olarak Yassıada´da kurulan Yüksek Adalet Divanı´nın başkanlığını yapan Salim Başol da Ankara Adliye Hukuk Mektebi´nin ilk öğrencilerindendi. Ankara Adliye Hukuk Mektebi´nin ilk öğrencilerinden olan Hüseyin Cahit Oğuzoğlu, 1928 yılında 1 numaralı diplomayı alarak mezun olmuş ve daha sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde dekanlık ve Ankara Üniversitesi´nde rektörlük yapmıştır. Hiç sınıfta kalmadan parlak bir başarı ile Ankara Adliye Hukuk Mektebi´ni bitiren Vahap Süreyya Bucak, buradan da TBMM´de zabıt kâtipliğine tayin olarak ilk görevine başlamıştı. Vahap Süreyya Bucak değerini ve iş bilirliğini Meclisteki vazifesinde de ispat etmişti. Daha sonraki yıllarda ise Ankara´da Maliye Bakanlığında ve Milli Savunma Bakanlığında Hukuk müşaviri olarak uzun yıllar başarıyla çalışmıştı. Yaptığı görev esnasında daima başarılı çalışmalar yapmasıyla tanınan, Vahap Süreyya Bucak, Milli Savunma Bakanlığı Avukatlığına terfi ettirilmişti. Beş altı yıl Ankara´da bu görevlerde çalıştıktan sonra Vahap Süreyya Bucak, İstanbul´a geçmiştir. İstanbul Barosuna kaydolup,1967 yılında ölünceye kadar İstanbul´da serbest avukatlık yapmıştır. İstanbul´da Avukatlık yaparken çalışkanlığı, dürüstlüğü, başarıları ve ısrarlı, ciddi dava takipleri ile hukuksal alanda ciddi bir şöhret yapmaya muvaffak olmuştu. Vahap Süreyya Bucak, hayatında iki defa evlenmişti. 1936 yılında, Avukat Vahap Bucak ile Ayşe Sıtkı İlhan evlenirler. 1912 yılında Kavala´da doğan Ayşe Sıtkı, ortaöğrenimini Erenköy Kız Lisesi´nde tamamlar. 10. sınıfta Reşat Nuri Güntekin´in öğrencisidir. Ayşe Sıtkı İlhan, tarih öğretmenidir. Nazım Hikmet hayranıdır. Sabahattin Ali´yle Yüksek Muallim Mektebi´ndeyken tanışır. Arkadaşlıkları mektuplarla sürer. Sabahattin Ali, Ayşe İlhan´a sadece mektuplar yazmamış, yanı sıra bazı şiirler, çeviriler ve öyküler de göndermiştir. Sabahattin Ali ve Ayşe Sıtkı İlhan, 1936 yılına kadar mektuplaşmayı sürdürürler. Mektuplar, Ayşe Sıtkı İlhan´ın Avukat Vahap Bucak ile evlenmesinin ardından kesilir. Avukat Vahap Bucak ile Ayşe Sıtkı İlhan´ın bu evliliğinden Süreyya ve Işkın adın da iki oğlu da olur. Ünlü mektuplar, Ayşe İlhan´ın 15 yıl süren evliliği süresince gizli kalır. Ayşe Sıtkı İlhan, mektupları bu süre boyunca yakın arkadaşı Talia Hanım´ın babası Rauf Yekta Bey´in Beylerbeyi´ndeki konağında saklatır. Ayşe Sıtkı İlhan, mektupların zorunlu yolculuğu için ?Sabahattin Ali´nin son mahpusluğu? der. Ünlü yazar Sabahattin Ali, Ayşe Sıtkı İlhan´a hitaben ?İki gözüm Ayşe? diye başlayan 70´e yakın mektupların hepsi de eski Türkçeyle kaleme alınır. Ayşe Sıtkı İlhan, harcamayı, eğlenmeyi , gezmeyi seven, dominant bir Cumhuriyet kadını iken, Vahap Bucak ise aşırı titiz, oldukça tutumlu ve tasarruflu bir insan olduklarından bir müddet sonra evliliklerinde anlaşmazlıklar oluyor. Avukat Vahap Bucak iki çocuğunun Süreyya ve Işkın´ın annesi olan Ayşe İlhan´dan şiddetli geçimsizlik nedeniyle ayrılıp, 1949 yılında boşanıyorlar. Büyük oğul Süreyya Bucak şu anda Amerika´da, küçük oğul Işkın Bucak ise Ankara´da Sefa Huzurevinde kalıyor. Avukat Vahap Bucak´ın İki çocuğu da bugünlerde ilerlemiş yaşları yüzünden birçok hastalıkla birlikte yaşıyorlar. Vahap Süreyya Bucak, bir süre sonra ikinci evliliğini Nermin hanımla yapar, ama bu evlilikten çocukları olmuyor. Hayatının sonuna kadar mutlu bir şekilde yaşarlar. Vahap Süreyya Bucak´ın 1967 yılında genç yaşta beklenmedik bir çağda ebediyete intikal etmesi, onu eskiden beri Ordu´da tanıyanlar arasında derin bir teessür yaratmıştı. Gazeteci Ali Rıza Gürsoy, Ordu Gürses´de yayınlanan makalesinde ?Vahap Süreyya Bucak´ın yerinin daha uzun süre doldurulamayacağını ve o yıllarda hayatta kalan ablası Afet Bucak´a ve oğulları Süreyya ve Işkın´a en samimi duygularla baş sağlığı? dilemekteydi. İlk eşi Ayşe Sıtkı İlhan ise; ikinci evliliğini Jeolog Dr. Emin İlhan (Erwin Lahn) ile yapar. Jeolog Dr. Emin İlhan, (1907-1990) Avusturyalıdır. 1956´dan önceki adı Erwin Lahn´dır. Ülkemizde yıllar boyunca çeşitli devlet kuruluşlarında jeoloji mühendisi olarak görev almıştı. Erwin Lahn 1939 Erzincan depremi dolayısıyla zelzele bölgesi dolaşırken, Ordu´da da incelemelerde bulunup, geniş bir teknik rapor hazırlamıştı. Elwin Bey, bu görevlerinin dışında birçok bilimsel araştırma ve gözlemler yapmış, çok önemli bir bilim adamıdır. Bir Cumhuriyet kızı ve tarih öğretmeni olan, Ayşe Sıtkı İlhan´da bir süre çalıştığı Milli Kütüphane ´den emekli olmuş, 90´lı yıllarda Cumhuriyet Gazetesi´nde köşe yazıları yayımlanmıştır. Ayşe Sıtkı İlhan, 2008 yılında 97 yaşında vefat etmişti. Vahap Süreyya Bucak ve Ayşe Sıtkı İlhan hakkında bilgi, belge ve fotoğrafların temininde bizzat vakit ayırıp, yardımcı olan, Vahap Beyin küçük yeğeni Tamay Açıkel ile Vahap Süreyya Bucak´ın torunu Florida Atlantik Üniversitesinde Profesör olan (Süreyya beyin kızı) Ayşe Papatya Bucak´a çok teşekkür ediyorum.