Güney’in, kaleme aldığı ve tüm Orduluların tanıması ve bilmesi gerektiğine inandığı Sıtkı Bacınoğlu ile ilgili yazısı şöyle: Ordu’nun Delikkaya köyünde 25 Aralık 1919 da doğan Sıtkı Bacınoğlu, Orduda ortaokulu bitirince, erken yaşta hayat atılmıştı. Sıtkı beyi annesi “Kul hakkı yemeyin, Yalan söylemeyin, Atatürk’ten de şaşmayın.” diye öğüt vererek büyütmüştü. Sıtkı Bey, yine Bacınoğlularından olan eşi Huriye hanımla olan evliliğinden Hasan, Edip ve İnci adında üç çocuğu olmuştu. Oğlu Hasan’ı İstanbul’a eğitim için yollamış, Şişli terakki Ortaokulunda okutmuştu. O yılların popüler iş adamlarından feyiz alan, onları takip edip örnek almıştı. O, Ordu’da ne kadar hayır işi varsa ya kurucusu, bulucusu veya himaye edicisi idi. Ortalıkta çok salgın ve yayılan verem hastalığına karşı organize olunması gereken o dramatik yıllarda, Sıtkı bey, büyük çabalarla Verem Savaş Derneğini kurdurmuştu. Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay daima onun yardım ve himmetlerini görüyordu. Çocuk Esirgeme Kurumunda yıllarca onun desteği ve yardımları ile okuyan ve hayatı kurtulan onlarca çocuk vardı. Fakir, gariban ve guruba babası idi. Süleyman Felek caddesindeki fabrikasına giden yardıma muhtaç hiçbir kimseyi geri döndürmezdi. Ordu’daki Sanat Okulunda okuyan muhtaç fakir çocukların, aydınlatma amaçlı gazlarını, ısınmak için kabuklarını, her türlü iaşelerini, kılık kıyafet ve harçlıklarını yıllar boyunca el altından karşılayan bir insandı. Kimseye ağır bir laf söylemez aşağılamaz ve kovmazdı. Kış aylarında kırdığı fındığın çıkan kabuğunda bedava vereceği hissesini muhakkak ayırırdı. O, adeta bunu bir borç kabul etmişti. Kazancının zekâtını her sene hakkıyla veren ender iş adamlarındandı. Ordu çevresinde böyle yardımlar pek görülmediğinden onun bu tip yardımları derhal göze çarpardı. Ordu’da Sıtkı Bacınoğlu, o yıllar Fındık fabrikası olan ve fındık ihracatı yapan birkaç iş adamından biriydi. Fırsat buldukça Avrupa’ya gider, yabancı iş adamları bilgi alış verişinde bulunurdu.1959 yılı sonuna kadar Ordu’da ne bir rıhtım, ne bir transit karayolu ve Tırcılık, ne de ciddi bir iskele liman olmadığı için fındıklar, yurt dışına gemilerle ihraç olunurdu. Ordu kıyılarında şimdiki Mıdı restoranın olduğu yerde uzun bir ahşap iskele mevcuttu. Soğuk bir şubat ayında bir cumartesi akşamı lavente fındık almak için Ordu’ya ecnebi bir gemi yanaşmıştı. Ahşap iskeleden mavnalara yüklenecek fındık, dalgalı ve fırtınalı denizde sabahlara kadar gemiye götürülüp teslim edilecekti. Yabancı vapurun kaptanı, çok kısa bir süre sonra muayyen bir saatte geminin kalkacağını bildirmesi üzerine 608 ton fındığı gemiye yüklemek için panik başlamıştı. Bu ihraç edilen fındığın 180 tonu Sıtkı Bacınoğlu’na aitti. Mavnacıların hamisi ve fakir babası için tüm iskele hamalları seferber olmuş, Sıtkı beyin fındığını, yemek dahi yemeden nefsi feragatle mavnalarla gemiye yetiştirmişlerdi. Mavnacılar ve hamallar bir vagon fındığın taşınması için önceden 45 liraya anlaşmışlardı. Ama Sıtkı Bacınoğlu, mavnacıların bu üstün gayretinden ve başarısından dolayı, ödül olarak kendiliğinden tüm hamallara tarifenin haricinde iki misli olarak 720 lira para ve her bir çalışana verilmek üzere 400 çuval fındık teberru etmişti. Sıtkı Bey, böyle yardımsever fakiri sevindiren kadir kıymet bilir bir insandı. Sıtkı beyin bu yaptığı sürpriz iyiliğin karşılığında Mavnacılar Birliği Başkanı Arslan Metin ile Kâtip İbrahim Gürsoy ve Çavuş da kırk kişilik mavnacı gurubu adına “Ordu Postası” gazetesine bir ilan vererek ona teşekkür etmişlerdiSıtkı Bacınoğlu ticari yetenekleri yanında çok zeki bir yapıya sahip olunca, ayağına gelen fırsatları değerlendirerek hızla yükselmeyi başarmıştı. Philips radyoları, Tariş ile zeytin ve yağ alım satımı bakkaliye ve BP petrol ürünleri gibi bir sürü emtia alım satımı da yapmaya başlamıştı. Ülkemizde Demokrat Parti iktidarıyla başlayan kalkınma hamlesine paralel olarak traktör, kamyon, otobüs gibi her türlü araç gerecin ithalatı da başlamıştı. Sıtkı Bacınoğlu da İFA marka kamyonları Rusya’dan ithal ederek gemiyle Ordu’ya getirten ilk müteşebbislerimizdendi. Büyük bir vapurun getirdiği İFA kamyonları büyük bir vinç tek tek ahşap iskeleye indirmiş, bu olay Ordu’da hayli ilgi çekmişti. Daha sonra Sıtkı Bey, bir adet IFA kamyonu otobüse çevirtmiş, kendi köyü olan Delikkaya’ya servis hizmeti için bağışlamıştı.. Ordu ticari hayatında bir anda zirveyi yakalayan Sıtkı Bey, Haki Yener, Hasan Çebi gibi kendinden yaşça büyük ve tecrübeli iş adamlarının da takdirlerini ve hayranlıklarını kazanmıştı. 1940 ve 1950 li yıllarda Ordu’daki siyasi ve sosyal hayatın içine dalan ve toplumun sevgisini ve saygısını kazanan Sıtkı Bacınoğlu her derde çözüm bulması ile ünlenmişti. Sıtkı Bacınoğlu, serbest teşebbüsü desteklediği için Demokrat Partiyi ve kendisi gibi Anadolu çiftçiliğinden gelen ve iyi bir muhafazakâr olduğu için de Adnan Menderes’i destekliyordu. Menderes’e çok hayrandı ve şiddetli bir şekilde savunucusu idi. Adnan Menderes’le tanışmak, görüşmek ve evinde yani Sarı Konak’ta onu ağırlamak en büyük hayali idi. Ve Adnan Menderes, bir gün Ordu’ya gelince Sıtkı beyin evinde misafir olmuştu. Sıtkı Bey de en büyük hayaline kavuşmuştu. 2 Temmuz 1949 yılında Ordu’ya Halkevi tarafından kurulan sinemanın işletme ihalesini Sıtkı Bacınoğlu başkanlığında bir gurup arkadaş almıştı. Çünkü o yıllarda televizyon, bilgisayar hatta radyo olmadığı için sinema, tek eğlence ve bilgi kaynağı idi. Sıtkı bey, ailelerin rahat edeceği bir ortamda kaliteli ve yeni filmler seyredebilmeleri için bir takım tedbirler aldırarak, Ordu’da örnek olmuştu. Yurdun bir yerinde bir felaket olduğu gün oraya bu şehirden ilk yardım elini uzatan hep Sıtkı Bacınoğlu olurdu. Bayramlarda, mahkûmlar, hastalar, fakirler karşısında onu bulurlardı. Sıtkı Bacınoğlu hangi cemiyetle meşgul olmuş ise, o cemiyette muhakkak bir hareket, bir canlılık olurdu. Köprübaşı ve Selimiye camiinin yapımında, Hükümet (Hamidiye) camiinin tamiratında öncü olmuş, birçok masrafını cebinden karşılayarak, yıllarca bitirilemeyen bu camileri hizmete açtırmıştı. Doğduğu köyü olan Delikkaya köyünün yolunun yapımında bizzat iş makinesinin akaryakıtını ve iaşesini karşılamış, birçok köprü ve menfezi yaptırmıştı. Genç yaşta o yılların ünlü kooperatifi olan Tariş ile Ordu’dan doğru alış veriş ve ticaret yapan Sıtkı Bey bir gün yolu İzmir’e düşer. Sıtkı Bacınoğlu bu vesile ile Tariş Genel Müdürünü de tanışmak için makamında ziyaretine gider. Tariş Genel Müdürü tarafından makamına kabul edilir. Yıllarca Tariş bayiliği yapan ve Tariş mallarının alıp satan yaşlı bir tüccar yerine genç bir delikanlıyı karşısında görünce “Oğlum baban olan Sıtkı bey nerede? O gelemedi mi?” diye Sıtkı beye hitap eder. Sıtkı beyde “Sıtkı bey benim işte karşınızda” diye cevap alır, Tariş Genel Müdürü bu cevap karşısında şaşkınlıktan dili tutulur. Ve Genel Müdür, Sıtkı beyin ticari ödemelerindeki dürüstlüğüne ve başarısına iltifatlar yağdırır. Sonunda Ordulu genç tüccar Sıtkı beyle, Tariş Genel Müdürü sıkı bir dost olmuşlardı.1954 yılında Haziran ayında Galatasaray, bir Karadeniz seyahatine çıkar. Ordu’nun spor düşkünü gençler olan Kara Ali (Ataoğlu),Orhan Eroğlu, Hüseyin Anlar ve Uğur Gürsoy Galatasaray gibi bir markayı Ordu’da maç yaptırabilmek için kara kara düşünürken imdatlarına hayırsever bir genç işadamı yetişir. Sıkı bir sporsever ve Galatasaray kongre üyesi olan Sıtkı Bey, Ordu karması ile Galatasaray’ın maç yapabilmesi için gerekli olan 1500 TL paranın 1000 lirasını teberru ederek, Ordu’ya Galatasaray’ın gelmesine öncülük etmişti. Sıtkı Bey, o yılların toptancı tüccarlarından Haki Yener ile birkaç arkadaşını alıp, sık sık Saray hamamına gider, keselenirler, göbek taşında sohbet ederler, yorgunluk giderirlerdi. O yılların ünlü tellağı İsmail efendiye fabrikanın hamalbaşı Ömer ile hamamı kapatması için önceden haber gönderiyorlardı. Sıtkı Bey oldukça neşeli ve şakacı bir karaktere sahip olduğu için, Haki beyle olan samimiyetine güvenip, ona şakalar yapardı. Haki bey, evladı gibi sevdiği Sıtkı beye ticaretin sırlarını ve püf noktalarını anlatırdı. Hatta bir gün Sıtkı Bey belinde peştamalı ile hamamda ayağa kalkıp “Haki bey, hiçbir güvencemiz ve malımız olmadan ikimizde şu şekilde sokağa anadan üryan inip, hayata ticarete eşit bir şekilde yeniden başlamaya var mısın ?” diye sorunca, (R) harflerini söyleyemeyen rahmetli toptancı Haki bey, ”Sıtkı, Sıtkı ben seninle yarışamam.” diye hayıflanarak keselenmeye devam edermiş. Yine 50 li yıllarda fındık mahsulünün bol olduğu ve para etmeyeceği, üreticinin ve tüccarların gergin olduğu günlerde Ordu Fındık İhracatçıları Birliği Başkanı olan Sıtkı Bacınoğlu, Başbakan Adnan Menderes’le görüşmek ve fındığın daha iyi bir fiyata devletçe satın alınmasını sağlamak için Karadeniz’in diğer Giresun ve Trabzonlu İhracatçılar heyet ile birlikte İstanbul’a giderler. Fındık İhracatçıları Birliği Heyeti içinde en genç başkan olan Sıtkı beye, diğer tecrübeli üyeler söz sorulmadıkça, Sıtkı beye karışmamasını sıkı sıkı tembih ederler. Ve heyet Başbakan Adnan Menderes’in huzuruna çağrılır. İçeri girer girmez hayranı olduğu ve desteklediği karşısında gören Sıtkı Bey, Adnan Menderes’i karşısında görünce kendinden geçerek Başbakana kollarını uzatarak “İşte ey nur yüzlü, gönüllerin şahı, bu milletin kurtarıcısı, büyük devlet adamı, sayın başbakanım ”diyerek sarılır. Yanındaki arkadaşları, biraz şaşkın, biraz mahcup olanları izlemektedirler. Ama Sıtkı Bacınoğlu’nun başını ve yanaklarını okşayarak seven başbakan Adnan Menderes’te heyete dönerek tebessüm eder. Ve sevimli iş adamına dönerek “ Tamam Sıtkı, fındığınızı aldım, tamam.” Deyince heyet tarafından başka bir söz söylenmesine daha gerek kalmaz, herkesi büyük bir sevinç ve mutluluk kaplar, o senede fındık piyasası herkesin istediği şekilde düzene girer. Eskiden ihracat şartnamelerine göre fındık fabrikalarında hazırlanan ürünler çok hassas bir şekilde dane çaplarına ve kalitelerine göre ayrılırdı. Ancak, fındık fabrikatörlerini çok üzen ve bayağı zararlara yol açan bir ürün türü vardı. Bu ürün fındığın elek altında kalan hurda ve işe yaramaz diye yığılan binlerce tonluk küçük fındıklardı. Sıtkı Bacınoğlu ilerde Pikola adı verilen bu ürünün kırılarak yenilmesini ve ihraç edilerek zamanla piyasalarda aranan farklı damak zevkine hitap eden bir mamul olmasını sağlamıştı. Sıtkı Bey, birçok yeniliğin yanında Pikolayı dış piyasalara tanıtarak binlerce ton ince fındığın yakılarak kabuğa karışmasının önüne geçmişti. Sıtkı Bacınoğlu, Fındık İhracatçıları Başkanlığı yaptığı senelerde, fındık kurdu mücadelesi için birlik bütçesine bir miktar tahsisat koydurtarak, bu haşaratın satın alınmak suretiyle imha edilmesi fikrini yine Sıtkı Bey kuvveden fiile çıkartmış, birliğin bir zamanlar kapatılmış olan Ordu Şubesini tekrar açtırmaya muvaffak olarak, Karadeniz Fındık İhracatçılar Birliği Ordu Şubesini ihracatçıların hizmetine ameda kılmıştı.Ordu şehrinin Tüccar kulübünün de kurucusu ve ilk başkanlarındandı. Sıtkı Bey, 1939 yılında Gençler Yurdu kulübünün sadece amatörler tarafından oynanan piyeslerinde oynamıştı. O oynadığı amatör piyeslerde de çok başarılı olan Sıtkı Bey, verilen her vazifeyi kabul eden ve yapmaya çalışan bir kişi idi. Sıtkı bey için olmaz diye bir şey yoktu. “İnsan zekâsı her olmazın bir çaresi elbet bulunur.” derdi.İşte Sıtkı Bacınoğlu’ndaki bu zihniyettir ki iş sahasında da, sosyal ve kültürel esaslı cemiyet hayatında da başarılı olmasına vesile olmuştu. Sıtkı Bacınoğlu, Ordu’yu tanıtmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmazdı. Onun bu husustaki propaganda usulleri çok çeşitli idi. Bakarsınız bir gün Yüksek Tahsil Öğrencileri yardım derneğinin Ankara’daki gecesine, İstanbul’dan hususi uçak kiralayarak iki sanatkâr getirmişti. Bakarsanız, bir gün yurdun bir tarafındaki felakete ilk yardım elini uzatarak Orduluların hamiyetini yurdun dört bucağına duyurtmağa muvaffak olmuştu. Ankara’daki Ticaret Odalarının bütün fındıkla ilgili toplantılarına Sıtkı Bey, iştirak eder, ne eder, ne yapar, açılmaz denilen kapıları aşarak, ilgililere bölgenin dertlerini ulaştırırdı. O, bu gibi memleket meselelerinde bütün ataklığıyla uğraşır, didinir ve hiçbir zaman mücadeleden yılmazdıSıtkı Bacınoğlu, Ordu şoförleri için bir yedek parça kooperatifi kurmak, şehirde bir garaj yaptırmak arusunda idi. Sıtkı Bacınoğlu, kooperatif için tüm hazırlıkları tamamlatmış, Ankara dönüşünde bu arzusunu gerçekleştirecekti. Sıtkı Bacınoğlu, 1958 yılının temmuz ayı başlarında işleri için İstanbul’a gitmişti. İstanbul’dan dönüşünde 25 Temmuz Cuma günü Ankara’ya da uğramıştı. Kendi kullandığı hususi jipi ile arkadaşı Fatsalı Ömer Ömeroğlu’nu ve eşini ve çocuğunu da alarak sabah saat 6 sıralarında yola çıkmışlardı. Kırıkkale’yi 5-6 km. geçtikten sonra jip süratle yoluna devam ederken, bir söylentiye göre arka lastiği balon edip patlamasından, bir söylentiye nazaran arka lastiğine çivi batıp inmesinden dolayı arıza yapınca, Sıtkı Bacınoğlu araba devrilmesin diye birden bire frene basmış, jip takla atmaya başlamış ve içindekileri etrafa saçmıştı. Pencere kenarında bulunan kadın ve çocuk bir hendeğe düşerek yaralanmışlar, Ömer Ömeroğlu bel kemiğine aldığı darbe ile hemen ölmüş, Sıtkı Bacınoğlu ise karnından aldığı ağır yaranın tesiriyle yol kenarında kalmıştı.Yoldan geçenlerin yardımı ile Kırıkkale hastanesine kaldırılan yaralılardan Bacınoğlu maalesef kurtulamamış ve genç yaşta hayata gözlerini yummuşlardı. Bu haber Ordu2da bir bomba tesiri yaratmıştı. Sıtkı Bacınoğlu’nun kardeşlerinden Avni, Fahri derhal gece olay yerine hareket etmişlerdi. Çocuklarından Hasan 10-11 yaşlarında idi. Diğer tarafta Ankara’da bu feci kaza duyulur, duyulmaz başta milletvekilleri Kahraman Sağra ve Zeki Kumrulu olmak üzere birçok Ordu’lu ve Fatsa’lı Kırıkkale’ye akın etmişlerdi. Ordu’dan da iş adamları Halit Gürsoy, M. Ali Aydın, Hüseyin Sakaoğlu Merzifon’da cenazeyi karşılamaya gitmişlerdi. Ordu Valisi Nurettin Özcöbek ile Belediye Reisi Fazıl Sözer de cenazelerle Samsun’da buluşmuşlardı. Ama bütün çabalara rağmen bu acı kaderin çizgisini değiştirmek mümkün olmamıştı.Sıtkı Bacınoğlu ve Ömer Ömeroğlu’nun cenazeleri Cumartesi günü saat 11 de Kırıkkale’den yola çıkartılmış ve Pazar sabah saat 2 de Fatsa’ya gelinmişti. Yollar, bu iki talihsiz gencin hazin akıbetine ağlayan, onlara son vazifelerini yapmak isteyenlerle dolmuştu. Fatsa’da hemen her ev boşalmış, meydana dolmuştu. Ömer Ömeroğlu’nun cenazesi Fatsa’da bırakıldıktan sonra, kafile gözyaşları içinde Ordu’ya hareket etmişti. Bu kafile, yaz ortasında başlayan yağmurlu bir gecede Ordu’ya değerli bir evladını hıçkırıklar içerisinde getiriyordu. O öyle bir genç ki; kendini yetiştirmiş, çalışmış, gece dememiş, gündüz dememiş, uğraşmış ve hakikaten bir müessese kurarak kendi kadar hemşerilerinin de istifadesi için birçok teşebbüslere girmekten çekinmemiş, cemiyet hayatında daima faal rol oynamış, “Tatlı çocuk” olarak çok sevilmiş her tarafı hareket dolu Sıtkı Bacınoğlu, 38 yaşında bu derece sessiz mi olacak, onun hayat fışkıran gözleri bu kadar çabuk mu kapanacaktı. Sabah cenazesi sabah 5 te Sıtkı Bacınoğlu’nun cenazesi, Ordu’ya getirilmiş, öğle namazı Millet düzünde çok kalabalık bir cemaatle kılınarak Kiraz limanı mezarlığına defnedilmişti. Cenaze merasimi çok muazzam ve hazin olmuş, bando, 50’den fazla motorlu araçla bütün Ordulular bu törene katılmak suretiyle Bacınoğlu’na karşı son hemşerilik vazifesini eda etmişlerdi.Yüzü aşkın çelenkler arasında ebedi istirahat ahına tevdi edilen memleketin genç, müteşebbis ve hayırsever evladı Sıtkı Bacınoğlu’nun geride kalan eşine ve küçük üç yavrusu, Hasan, Edip ve İnci’ye ve kardeşleri Avni ile Fahri’ye herkes çok üzülmüştü.Ordu ve Orduluların pek çok hizmet beklediği zekâ ve enerji kaynağı bir Sıtkı Bacınoğlu’nun 38 yaş gibi çok erken yaşta ebediyete intikal etmesi, büyük bir kayıp olarak nitelenmekteydi. Feci kazada yanında bulunan çantası açıldığı zaman, bulunan iki kitap vardı. Biri “Dua Kitabı” diğeri ise “Adalet Antolojisi” kitabı idi. Çantasında taşıdığı bu iki eser bile Sıtkı Bacınoğlu’nun ahlakının ve vicdanının ölçüleri olarak hatırlarda kalacaktır. Ne söylemeli? Sıtkı beyin dilinden eksik etmediği dua, levha halinde yazıhanesinde, kitap halinde o feci kazada yanında idi. ”Allah’ın dediği olur.”