Ordu Vizyon Gazetemizin bugünkü konuğu Ordu siyaset ve iş dünyasının tanınmış isimlerinden Turavit yönetim kurulu başkanı Burhan Çakmak oldu. Burhan Çakmak ile Türk siyasetinin ve iş dünyasının dününü ve bugününü siz Ordu Vizyon Gazetesi okuyucularıyla paylaşmak istedik. 2020 YILININ 2019 YILINDAN BİRAZ DAHA İYİ OLACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM Türkiye´deki siyaseti ve ekonomiyi değerlendirmek için mutlaka dünyadaki gelişmeleri göz önünde bulundurmak gerekir. Son yıllarda ülkemiz sıkıntılı bir sürecin içerisine girmiş durumda. Reel sektörde büyük sıkıntı çeken, iş hayatını sıkıntı ile sürdüren 2020 yılında iflasların gelebileceği bir yılı yaşayacağımızı düşünüyorum. 2020 yılının 2019 yılından biraz daha iyi olacağını düşünüyorum. Ülkemizdeki talep düşüklüğü, Ülkedeki sermaye birikiminin azalması Türk ekonomisinin azalması yabancı yatırımcıyı buraya yatırım yapmasını engellemektedir. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle ülke nüfusumuza 1 milyona yakın işsizler Ordusu katıldı. Bu bizim yakın çağlarda görmediğimiz işsizlik rakamları açıklanıyor. İşsizlik anlamında %12-13-14 gibi rakamlar çok çok yüksek rakamlar. İş arama sevdasından vaz geçen insanları kapsamayan bir rakam. Özellikle işsiz gençlerimizin oranı %27´yi buldu. Bu iyi bir tablo değil, bunu aşabilmenin asgari şartı yıllık %5 kalkınma olarak görüyorum. Eğer bunu başaramazsak işsizlerin üzerine daha fazla işsizleri katarız. İşsiz sayısının artması ülkedeki huzurun kaçması, huzursuzluğun artması anlamına gelir. Bunun mutlak süratle çözümünün bulunması ve Türkiye´nin büyümesinin %5 ve üzeri sağlanması lazım. Bunlar suni çözümlerle çözülmeye kalkılırsa geçici olur, saman alevi gibi olur, o alev söndükten sonra geriye kalan yıkıntı daha büyük olur. Onun için akıllı hareket edilmesi lazım. Tabi iktidarın söylediği ile Türkiye´de milletin hissettikleri farklı gibi gözüküyor. İnşallah onlarda milletin hissettikleri gibi hissederler ve de bu işe bir çözüm bulurlar diye düşünüyorum. Bu ülkede istihdam sağlayan hem de işinde gücünde uğraşan insanlarız. Haliyle ülkemizdeki işlerin doğru ve iyi yönde gitmesini isteriz. YENİ YATIRIMLAR İÇİN HAREKETE GEÇMEYİ PLANLIYORUZ 2019 yılında dış piyasadaki satışlarımızda artış olurken iç piyasa satışlarımızda düşüş oldu. Bu da yaklaşık olarak yıllık satışlarımızın adetsel bazda %25 daraldığını gördük. 2020 yılı içerisinde bu daralmanın biraz daha hafifleyeceğini görüyoruz ama normal bir piyasa mekanizmasının çalışacağına pek ihtimal vermiyorum. Özellikle küçük ölçekli esnaflarımız gününü diğer bir güne borçlanarak geçiriyor. Bu anlamda esnaflarımızın büyük bir bölümünde borçluluk görüyoruz. Turavit olarak daha önce almış olduğumuz yatırım kararlarımızı gözlemleyeme çalışıyoruz. Dolayısıyla frene basmış durumdayız. Ama 2020 yılı içerisinde yeni yatırımlar için harekete geçmeyi planlıyoruz. DÖVİZDE ANORMAL BİR YÜKSELİŞ OLACAĞINI DÜŞÜNMÜYORUM Dövizdeki kurların artması ihracatımızı olumlu yönde etkilerken, bu olumlu etkiyi iç piyasada göremiyoruz. Bu ihracatta rekabet edebilme anlamında bizleri ön plana çıkarıyor. Dövizin an itibarıyla olması gerektiği yerlerde olduğunu söyleyebilirim. Doların 6 TL civarlarında olması doğru bir fiyat. Şuanda dövize fazla ihtiyaç olmadığı için anormal bir yükselmenin olmasını beklemiyoruz. İhracat olmadan Türkiye´de ne büyüme gerçekleştirebiliriz, ne de şirketlerimiz ayakta kalabilir. Bu nedenle ihracat sanayiciler için çok önemli. TOPLUMUN KUTUPLAŞTIRILMASI BİZİ ÜZÜYOR Bizim dönemlerimizdeki siyaset ile şimdiki siyaset arasında çok büyük fark var. Siz daha kötüsünüz biz daha iyiydik demeyi çok doğru bulmuyorum. Bunu söylemeye dahi gerek yok. Siyasette üsluptan tutunda seviyeye varana kadar çok büyük değişim oldu. Özellikle toplumun kutuplaştırılması bizi üzüyor. Bizden olanlar bizden olmayanlar, öteki beriki gibi keskin ayrımlar toplumu geriyor. Türk toplumunun mezhepleriyle birlikte kendi aralarında bir problem olmamasına rağmen bu problemin yukarıdaki yöneticilerde olduğunu görüyorum. Yöneticiler olmasa Türkiye daha rahat eder. LİBYA´DA BULUNMAMIZI DOĞRU BULUYORUM Libya´ya asker göndermemiz çok düşünülmesi gereken bir iş. Bizim oraya asker göndermemizi incelediğimiz zaman bir takım ülkeler Mısır, İsrail, Sudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Yunanistan ve Güney Kıbrıs gibi ülkelerle aramız yok. Özellikle bu ülkelerin bizi Antalya koyuna hapsetme girişimleri var. Bizim bunu aşmamız lazım. Birleşmiş Milletlerin tanımış olduğu meşru hükümet Libya ulusal birlik hükümeti ile yapılan anlaşmanın korunması, daha doğrusu milli çıkarlarımızın korunması anlamında Libya´da bulunmamızı doğru buluyorum. Biz orada bir denge unsuru olarak hafterle, ulusal birlik hükümetinin bir masaya oturmasını sağlama konusunda etkin rol oynayabiliriz. Askerlerimizin oraya gitmesi illaki savaşacakları anlamına gelemez. Türkiye´nin orada olması, bayrak göstermesi bile kendi başına bir anlam ifade eder. O açıdan yok efendim askerlerimi ölüme gönderiyoruz gibi söylemlere katılmıyorum. Hiçbir iş risksiz değildir, hele ki askeri bir eylem kesinlikle risksiz değildir. Mutlaka bu işin de riski olacaktır. Çıkarlarımızı da bir türlü korumamız lazım. KANAL İSTANBUL´UN YAPILACAĞINA İHTİMAL VERMİYORUM Kalan İstanbul´u yapılabilir bir proje olarak görüyorum. Ancak bunun bugünün konusu olmadığını düşünüyorum. Ülke olarak mali anlamda bir kısım sıkıntılarımız var. Birilerine bir takım sözler verdik, bunun için hızlı bir şekilde yapma durumunda isen, o zaman bize yazıklar olsun. Ne oldu da biz hızla ve hışımla kanal İstanbul sevdasına düştük. Kanal İstanbul´da yapabiliriz ama bunun 20 yıl sonra gündemimizde olması gerek bir konunun olabileceğini düşünüyorum. Kanal İstanbul´un ardından birkaç gündür gündeme Kanal Çanakkale gibi bir şey doğdu. Burada sanki Montrö bay pas edilmeye çalışılıyor. ABD nin yıllardan beri Karadeniz´de askeri güç bulundurma hevesi var. Bunun altyapısı ı hazırlanıyor, diye aklımıza gelmiyor değil. Bunu bekleyip göreceğiz. İnşallah ülkemiz için hayırlısı ne ise o olur. Ben bunun günden oluşturma gayreti olduğunu düşünüyorum. Kanal İstanbul´un yapılacağına da çok ihtimal vermiyorum. YERLİ OTOMOBİLDE GEÇ BİLE KALDIK Bu konuda çok geç kaldığımızı düşünüyorum. İyi olan tarafı ise, gündemdeki yerli otomobilin son nesil otomobilden başlıyor olmamız ülkemiz adına önemli bir aşamadır. Otomobil için kuracağımız fabrikanın geleceğe yönelik istikbalini daha iyi görüyorum. Fosil yakıtlı bir araç olsaydı tamamen zarar ederdik. Elektrikli araçlar bundan sonra hem dünyada hem Türkiye´de diğer fosil yakıtlı araçların yerini alacak. Bu işler tabi ki devletin katkısıyla olacak ama özel sektörümüzün bu anlamda önünü açmak lazım. Bunlar stratejik yatırımlar olduğu için bunun önünü açmak lazım. Biz neden Avrupalının araçlarına binelim? En iyisini biz yapsak ya, bizim kimden aşağı kalan bir tarafımız var? Biz akşama kadar bir birimizi eleştirmekten zaman bulamıyoruz. Zaman bulduğumuz taktirde ortaya böyle güzel işler çıkacaktır. BEN BURAYA ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ GÖZÜYLE BAKMIYORUM Şu anki sanayi bölgemiz tam anlamıyla sanayi bölgesi değil. Zaten burası sakat doğdu. Birincisi çok küçük bir organize sanayi, ikincisi içerisinden kamu yolu geçiyor. O da yetmedi organize sanayinin içerisinden çevre yolu trafiğe açılacak. Bu bir defa organize sanayini hac şeklinde bölüyor. Burası organize sanayi olmaktan çıkmış. Bu nedenle bu konu üzerinde fazla durmamak lazım. Organize sanayi demek etrafının çevrili olduğu, kapısına bekçinin koyulduğu, giren çıkanın belli olduğu kayıt alındığı bir yerdir. Burada giren çıkan diye bir şey yok. Şehrin her hangi bir mahallesinden farkı yok. Bizim bu şartlarda burayı kontrol altına alma şansımız yok. Bizler sadece kendi arazimizin, arsamızın sınırlarını kontrol altına almaya çalışıyoruz. Buraya sınır, kapı koyamıyoruz. Dolayısıyla burasının doğuşu bir kere eksik oldu. Organzie sanayi bölgesinin bu işi bilmeyenler tarafından yapıldığı için sözde organize sanayi adı altında faaliyet gösteriyor. Ben buraya organize sanayi gözüyle bakmıyorum. Burada öyle büyük alanda yok. Organize sanayinde aidatların toplanması durumunda büyük rakamlar tutuyor. Bu paralarla önemli işlerin yapılması lazım. Bizim burada öyle bir şey yok ki, 300 dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş bir organize sanayi. Anadolu´ya açıldığında en küçüğü 5000 dönüm. Bu arazi üzerinde en az 200-300 fabrika var. Bunlar her sene 5-10 TL aidat ödeseler, müthiş bir şey olur. Gidin bakın tertemiz organize sanayi bölgeleri var. Oraların organize sanayi müdürlükleri var. Burada amir gibi bir şey yok. Olsa da oldukları yerde oturuyorlar. Sokaklarda lambalarımız sönerse lambalarımızı değiştiriyorlar. Öncelikle bizim coğrafyamız sanayinin gelişmesine müsait değil. 300-500 dönümlük bir yeri kolaylıkla bulmak mümkün değil. Bulsanız da o yeri kullanılır hale getirmeniz çok maliyetli. Arazi az olduğu için çok pahalı. Haliyle yatırımcı yere 10-15 milyon TL vermeyi arzu etmiyor. ORDU´YA YENİ BİR ORGANİZE SANAYİ KURULDUĞU TAKTİRDE YATIRIMCI GELİR Yeni açılacak olan organize sanayi bölgesinde ücretsiz tahsisler olacak. Millet bunu bekliyor. Yeni kurulacak olan Karaağaçta ´ki yer 1000 dönüme yakın bir yer ama o bile yeterli değil. Ordu´ya yeni bir organize sanayi kurarsanız yatırımcı gelir. İnsanlar soruşturuyor. Mesela tekstil konusunda ciddi anlamda üretim yapılıyor. Ordu´da bir şey olmaz dememek lazım. Organize bölgeyi siz kurun orası yatırımcısını çeker. Organize sanayi bölgeleri devletin teşvik anlamında daha uygun yerler. HASTANE YERİ KONUSUNDA İSABETLİ KARAR ALINDI Botanik park konusunda çok acele edildi. Ölçmeden biçmeden, sondajı yapılmadan hazır botanik parkı dağıttılar. Son olarak hastanenin üniversite alanı içerisine yapılacağını biliyoruz. Orası gelişmeye daha uygun, hem de sakin bir yerde oluşu daha isabetli bir karar gibi gözüküyor. Botanik park üzerine yapılmış olsaydı oraların gelişmesi söz konusu olmayacaktı. Hastanenin yapım işi iki sene ile ihale ile uğraşılır, inşaat süreci, ödenekler derken bu iş uzar gider. Bu konuda inşallah yanılırız. Keşke 2-3 yıl sonra hastanemiz hazır desinler de bizde bu konuda emeği olanlara teşekkür edelim. YAYLA YOLLARININ YAPIM İŞİ BİR AN ÖNCE BİTİRİLMELİ Çambaşı kayak merkezi yanına yapılan otelin Ordu turizmine katkı sağlayacağını düşünüyorum. Burada esas olan Çambaşı yolunun bir türlü bitirilememesi. Bu yolun yapımıyla ilgili yıllardır bir gayretin olduğunu görüyoruz. ?Az yeme, çok besmele fayda etmez? misali burada sıkıntının ödenek konusunda sıkıntılardan kaynaklandığını görüyoruz. Çambaşı-Ordu karayolunun yapımı yıllardır yazılıp çiziliyor. İşin ortasından başlanıyor, gelen müteahhit işin en karlı bölümünü alıp gidiyor. Melet ırmağının ortasına köprü yapmışlar bırakmışlar. Negatif düşünmek doğru değil. Ordu ili olarak turizmde bir yerlere gelebileceksek öncelikle yayla yollarının yapımının bir an önce bitirilmesi gerekir. İNSANIMIZ VAR EĞİTİMLİ DEĞİL Ordu sanayicileri olarak bizlerin en büyük sorunu sermaye birikimimizin zayıf oluşu, insan kaynaklarımızın zayıf oluşu. İnsanımız var eğitimli değil. Biz toplum olarak kazanmadan elde etmeye, çalışmadan yiyip içmeye meyilli bir toplumuz. Bu mantalite ile toplumu bir yerden başka bir yere götürmek çok zor. Gitse de iki adım ileri bir adım geri atar. Bu da sizin gibi ülkelerin bir süre sonra sizi geçip gitmesine yol açar, sizde peşlerinden bakarsınız. Türkiye´deki fikir ve düşünce özgürlüğünün önünü açmazsanız insanlar yeni şeyler söylemekten kaçınırlar. Bu fikri ortamı hür ve serbest hale getirmek lazım. İnsanların bu yöndeki davranışlarını desteklemek lazım. Ülkemizi belirli yerlere getirecek zekada olan insanımızın var olduğunu düşünüyorum. Türkiye insan kaynağı açısından boş değil ama, nitelikli insan kaynağımız az. Nitelikli insanlarımız dış ülkelere kaçıyor. En büyük eksikliğimiz Türkiye´de güven eksikliği. Geçen yıl 200-300 bin nitelikli insanımızın yurt dışına gittiği söyleniyor. İnsanımız güven duymadığı bir ortamda kalmak istemiyor, imkanları doğrultusunda yurt dışına gidiyor. Siz ne yaptınız da bu insanlar yurt dışına gidiyor? Eskiden böyle değildi. Nitelikli insanlarımızın yurt dışına gitmeleriyle birlikte 100-130 milyar dolarlık bir kayıptan bahsediliyor. Biz burada biriktirdiğimizi dışarı aktarırsak, içeride bu işleri nasıl toparlarız? Onun için gemileri yakacak bir yönetici gurubuna ihtiyacımız var. Bugün kimse gemileri yakmak niyetinde değil. Herkes şirin gözükmenin peşinde koşuyor. Şirin gözükmeyle bu işler olmaz. Gerektiğinde neşteri vuracaksın, gerektiğinde acı reçeteyi uygulayacaksın.