Bir Ordu Lisesi vardı ve ben o liseden mezun olalı ne kadar da uzun zaman olmuş öyle! Bin dokuz yüz seksen dokuz yılında mezun olmuştum liseden?6 MAT A şubesi 198 numaralı öğrencisi Birol ÖZTÜRK olarak? Çok uzun yıllar geçmiş aradan, hiç bilemezdim o yıllarda bunca büyüyeceğimi? Bir yumurta kadar pürüzsüzdü yüzüm, o yüzde iğne ucu gibi sert sakallar ne vakit çıktı da, ne vakit beyazlamaya başladı? Şimdilerde kırklı yaşların başındayım? Kırklı yaşların genciyim? Elim yettiğince, aklım erdiğince yazıp çiziyorum, işte onlardan biri Ordu´nun Dereleri adlı romanımdır. Yıllar sonra, bu kitabın imza günü için Ordu Lisesi´ne davetliyim. Mezun olduktan sonra okuluma hiç gitmediğimi fark ediyorum ve günler öncesinden bir heyecan sarıyor ki sorma! Etkinlik günü gelip çatıyor? Okulun bahçe kapısından içeri girdiğim anda başladı hatıralar koşmaya? Hatıralarımın alayı bir olmuş, kollarını iki yana açarak koşup, rüzgâra karışıp koynuma doluyor, yüzüme bulaşıyor, saçlarımı okşuyordu. Hani, oyuncu köpekler vardır, üzerine atlar, her yanını çamur, toz-toprak eder, salyalarını bulaştırır ya, hatıralarım öylesine yılışaraktan sarıldı her yandan, her yanıma. İşte, Naşit Oskay hocam orada? Üzerinde eşofmanı, ayağında spor ayakkabısı, kıvırcık saçları ve yumuşak, kara bıyıklarıyla? ?Oğluuuuuum! Sıraya geeeç!? Diye bağırıyor, keskin ve sert! Naşit hocamın o keskin ve sert sesi korkutmazdı bizi, öyle korku salan bir sertlik keskinlik değildi onunki, dostane, samimi, nazı çekilir, hay hay dedirten türden bir sertlik? Naşit hocamın mesleğine ve bizlere karşı duyduğu sevgiden -saygıdan hiç şüphe duymamışımdır. Aradan bunca yıl geçti, halen görüştüğüm öğretmenlerimden biridir ve her fırsatta sevgi dolu cümlelerini kurmaktan da geri kalmaz. Naşit Hocam, tüm bir lise hayatım boyunca, örnek kişiliği ve kulaklarımıza küpe ettiğimiz nasihatleriyle yüreğimizde sakladığımız abimiz! Bak, işte Murat Aydın Doma hocam da yine orada, bankın üzerine oturmuş, hafiften kaykılmış, bacak bacak üstünde, kara saçları alnına dökülerek ve bıyıkları yanaklarına doğru genişleyerek gülümsüyor benden yana? Görmüş müdür beni Murat hocam? Görmez mi yahu, eliyle ?gel? manasına gelen bir işret yaptı her zamanki gibi. Resme yeteneğim vardı ve Murat hocam, her denk getirdiğinde sokardı beni atölyeye, ne çok resimler çizmiştik? Hatta okulun giriş katında sergi bile açmıştık? Serginin afişlerini bile sulu boyayla yapmıştık? Aradan geçen yıllara inat, yine bulduk birbirimizi Murat hocamla? Mail yazdım önce, dedim ki ?Hocam, ben sizin öğrencinizdim. Uzun yıllar oldu, bir sürü öğrenciniz oldu hatırlamanız da mümkün değil??Mailin devamında kendimi hatırlatacak birkaç ipucu yazdım ya, bunca yıl sonra hatırlayacağına dair en küçük bir umudum dahi yoktu. Hatta malime cevap vermezse de alınganlık edecek değilim hani? Derken mailine cevap geldi. ?Sevgili Birol, evet haklısın, birçok öğrencim oldu ama sen unutulacak bir öğrenci değildin? dedi Murat hocam? Sonra devam etti benimle ilgili hatırlarında kalan ayrıntılara? Evet hocam, o benim işte. O güzel hafızına yer etmiş olmak, hatıralarında iz bırakmak nasıl bir onur anlatamam? Yahu ister ego deyiver, ister ?bu adam kafayı yemiş, kibir budalası? deyiver? Yirmi beş yıl sonra bu şekilde hatırlanmak, adamın aklını başından alıyor. O gün, Fidangör ?de türkü söyleyerek gezmek istedim yemin ederim. Düz Mahalle içinde Deli gezerim deli Ali Kemal Örenç, çakır gözleriyle her yanı tarıyor yine. Tarihi sevdiren adam? Ders anlatırken rolden role girip uzak belleğimize tarihi kazıyan, küçük dev adam? Onun tüm kaygısı, liseli kızların, öğrenci olmayan ve kendilerinden yaşça çok büyük erkeklerle arkadaşlık etmesi ve bunun neticesinde de öğrencilerinin başına felaket gelebileceğiydi? Hani derler ya ?tecrübeyle sabit? diye, şimdiki zamanlarda Özgecan´ların başına gelen felaketleri yaşayınca, nasıl da hak veriyorum hocam? Ne yazık ki onu kaybettik ve rahmetle anıyoruz? Nihal Gürsoy hocamın sesini duydum bir an? ?Ayyyyy! Seğirtmeyin oradan oraya fındık kurdu gibi? ?Bu ne toz, açın şuradan bir pencere bakayım? Nasıl şık, nasıl güzel, nasıl asil bir kadınsın sen Nihal hocam! Felsefe grubu derslere girerdi? Hocam, hatırlar mısın bir gün öyle bir laf etmiştin ki, şunca zaman geçti tek kelimesini unutmuş değilim. Havalar iyice ısınmıştı, artık ceketten, kravattan, formadan bunalmıştık? Çıkarmak, atmak, kurtulmak istiyorduk. ?Okulun son günü bu kravatı yakacağız? diyorduk? Masadan kalkmadan, pencerenin ardına bakmıştın bir müddet ve bir bakışta hepimizin gözlerini görerekten demiştin k; ?O formalar, o kravatlar, o armalar, size o kadar yakışıyor ki? Bir gün mezun olup gideceksiniz, işte o zaman anlayacaksınız bu formaların kıymetini. Giyseniz de yakışmayacak asla? Nasıl da haklıymışsın hocam! Nasıl da haklı çıkardı seni yıllar, yılların tecrübesi öğretmenim?Aradan yıllar geçiyordu ve ben İstanbul´dan bir trene binip yolculuğa çıkarken aklıma geliyordu bu sözlerin?Bu sözlerin yok mu hocam, şiir yazdırıyordu be! ÖĞRETMENİM! Anı defterinin ?Kalbin kadar temiz?? diye başlayan bir sayfasında kurutulmuş papatya kıvamında şimdi, bir liselinin menekşeye çalan göz rengi Biz büyüdük... Büyüdük de, adam olduk öğretmenim... Bazılarımız öldü bile! Yıllar akıp gitti öğretmenim... İstanbul´dan Anadolu´ya giden bir gece ekspresinin pulmanında unuttum, yanağıma bıraktığın buseyi... Raylar üzerinde akıp giderken tren... Bir gece... Coğrafya ve Matematik ´ten daha ciddi sorunlarımın olduğunu kanıksıyordum. Yaşam, çok zaman sıfır veriyordu ve bu defa kurtarma yazılısı ihtimali de yoktu! Nerelerde unuttum acaba, üzerinde okul amblemli bordo kravatımı? İstanbul´dan Anadolu´ya giden bir trenin pulmanında vazgeçiyordum genzimi yakan o ilk delikanlılık yıllarından... Pencerenin ardında tükeniyordu İstanbul İçimde İstanbullu olamamanın ezikliği Sonra... Hiç yaşamamış sayıyorum kendimi Hiç olmamışım farz et öğretmenim... Not defterinde adım ve numaram... Birinci yazılıyla sözlüden aldığım not Ve karnemde kanaatin hiç olmadı... Kimse tanımıyor beni, Bilet gişesindeki memurdan başka kimse duymadı sesimi Hiç yavaşlamadan geçiyoruz, tüm istasyonları Ve her istasyonda bekleyen simitçi çocuklar... Hiçbir istasyon beni kabul etmeyecek İstanbul´da başlayan bu yolculuk sonsuza kadar sürecek! . İşte böylesi hislerle, yürüdüm girdim liseme, yıllar sonra ve durdu zaman! Entari kesimli, koyu lacivert formalı ve saçları iki örgü bizim kızlar gelip geçti hayalimde gözlerimin önünden? İşte, ben de oradayım, bir türlü şekil almayan dimdik saçlarıma limonla şekil vermişim yine ve lacivert ceket, gri pantolon, siyah ayakkabı, bordo kravat, sıra arkadaşım Yılmaz´la turluyoruz işte? Birazdan ders zili çalacak ve Edebiyat dersine gireceğiz, Ali Sanioğlu, tüm sertliğiyle ve çatık kaşlarıyla girecek derse, kimse de çıt olamayacak, nefesi bile sayılı alıp vereceğiz. ?Kalk bakalım tosunum sen söyle? dediğinde elimiz ayağımız boşalacak yine? Sahi ya, Ali hocam, neydi bu sertlik? Halen öyle misin bilmem ama hatırlarımda dipdiri duruyor senin de yerin? Zafer Keskin hocam, matematik dersimize girerdi ve güleç yüzü, nazik yapısıyla hiç kalp kırmazdı. Dersi anlatırdı ve yanından hiç ayırmadığı ?Başarı Test Kitabı? ndan seçtiği problemi tahtaya yazar, ?Evet, kim çözmek ister?? der, sınıfa bakardı? Kamil el kaldırsa da görmezden gelirdi, keza Kamil dediğimiz okul birincisi, zehir gibi bir arkadaşımızdı. Zafer hoca sınıf defterini açar ve okul numaramızla çağırırdı tahtaya, ?198?Gel bakalım ? Soru bana bakıyor ben soruya? Zafer hoca, hafif kopyalar veriyor ya, benden hayır yok? Birkaç kişi daha denedikten sonra, direnci kırılıyor Zafer hocanın, ?Gel bakalım Kamil? Kamil, bildiği tüm kısa yolları kullanarak çözüyor problemi? Sonuç doğru? Ama biz, Çince kadar uzağız tahtada yazılanlara? *** Hababam Sınıfı filminin bir müziği vardır hani, hızlı çalınca neşeli şeyler, yavaş çalınca hüzünlü şeyler çağrıştırır ya, yıllar sonra mezun olduğum liseye geldiğimde o müzik ağır ağır çalıyordu ve safi hüzün bulaşıyordu koridorlarda yüzüme, ellerime? Sanki şu kapıların birinden çıkacaktı bizim çocuklar, Fahri, Ercan, Bora, Reyhan, Kamil, Çakır, Filiz ve Feridun kardeşler, Zehra, Ayla, Yavuz, Eren, Bekir, Şenel ve diğerleri? Bizim zamanımızda kimya laboratuvarı olarak kullanılan yeri etkinlik salonu yapmışlar ve birbirinden güzel gencecik insanlar doldurmuş salonu, hepsinde geçmişimin izleri vardı? Salona girdiğimde abartılı bir karşılama, alkış ve ıslıklar! Ah be, bilmez miyim o halleri, hayatı ve önlerine konulanı tiye alan ve asla rencide olmayacağım o abartıları? Bu abartılar bir anlamda onların şaka anlayışı da oluyor, akıllarınca havaya sokacaklar beni? Öyle güzeller ki? Ordu´nun Dereleri önceden dağıtılmış öğrencilere? Mustafa AYBASTI hocam, günlerdir gayret ediyordu zaten, doğrusu gayretlerinde değmiş. Okumuşlar kitabı, sorular soruyorlar, kimi daha bir heyecanlı? Nasıl olmasınlar ki, bu ülkede uzun yıllar doğum ve ölüm tarihleri siyah beyaz fotoğraflarının altına yazılı şair ve yazarların eserleri okutuldu, müfredat onlarla donatıldı. Şimdi bu çocuklar, ellerindeki kitabın yazarı(yazanı) ile kanlı canlı, yüz yüzeydi. Kitap okuma alışkanlığı olan, kitabı seven biri için bu çok özel bir andır. Elinizde bir kitap var ve o kitapta size ait cümleler buluyorsunuz??Hah? diyorsun ?tam da böyle düşünüyorum? diyorsun ve o satırları yaratan, senin için sanaldır bir yerde. Ne görebilir, ne dokunabilir ne de sesini duyabilirsin. Bazen, soruların olur, büyür-birikir kafanda, başkalarıyla paylaşsan da tatmin etmez hiçbir cevap? Oysa o sorulara sebep yazarla oturup konuşabilsen, yazışabilsen arınacaksındır. Ordu Lisesi´nde, o salonda böylesi anlar yaşanıyordu ama onlar bunun gerçek manasını yıllar sonra anlayacakları. Uzun uzun baktım salona ve Nihal Gürsoy hocamın ,kulağıma küpe ettiğim sözlerini aktardım bir kere da, referans göstererek. ?O formalar, o kravatlar, o armalar, size o kadar yakışıyor ki? Bir gün mezun olup gideceksiniz, işte o zaman anlayacaksınız bu formaların kıymetini. Giyseniz de yakışmayacak asla? Bizim zamanımızda Ordu Lisesine kayıt yaptırabilmek için epey çaba harcamak lazımdı, çaba da yetmez araya birilerini koymak icap ederdi. Keza, bu liseden mezun olmuş başarılı isimler, totem gibi duruyordu gözümüzün önünde. Kayıt tarihi başladıktan kısa bir süre sonra kontenjan hemen dolardı? Ordu Lisesi´ne kayıt yaptırmak ve Ordu Liseliyim demek kesinlikle bir ayrıcalıktı. Ve ben, aradan geçen yıllara rağmen bu ayrıcalığı hep hissettim. Mesele o dört duvar, hayatınıza yön vermeye çalışan öğretmenler ya da arkadaşlıklar değil, mesele senin bunlara ne anlamlar yüklediğindir. Zaman törpü gibidir, her şeyi unutturabilir, tüm yaşanmışlıkları çöplüğe çevirebilir. ?Liseli? olmaya yüklediğin/yükleyeceğin o anlam, yaşananları ?hatıra? haline getirir ve asla unutmazsın/unutulmazsın. İz bırakmak gerek hayata, afili bir delikanlının yüzündeki faça gibi iz bırakmak lazım. Öyle izler bırakmalı ki insan dediğin, içinde kin, nefret ve yalan olmamalı. Şartlar her zaman istediğimiz gibi gitmez elbette, bazen raydan çıktıklarımız da olacaktır ama sık sık hesaba oturmalı insan kendisiyle ve arınmalı o hesaplaşma sürecinde. Sık sık geçmişine gitmeli insan büyüdükçe, geçmişini ayıklayanın geleceği de temize çıkıyor bir yerde. Şimdi tüm bunları o çocuklara anlatmış olsam anlayabilirler miydi? Hayır! Şimdi o kadar gençler ki, ayıklanması icap eden bir geçmişe sahip değiller elbet. Kıvırcık saçlı, bıcır bıcır bir kız sordu. ?Kitabınızda Sabite ve Salih aşkını çok güzel anlatmışsınız. Bunu nasıl yaptınız? Yani o duyguyu nasıl verdiniz?? Ne kadar masum ve temiz bir soru bu yahu! Gülümsedim. ?Bir zamanlar biz de bu sıralarda oturuyorduk. Az çok âşık olmuşluğumuz var yani? dedim. Gülüştüler, alkışladılar. Kim bilir belki zamanında ben de sormuşumdur birilerine bu türden masum ve temiz sorular? Nerden bilebilirdim, zaman geçecek ve ben o zamanki yaştaşlarımın karşısına böyle çıkacağım. Hepsinin uzun uzun hikâyeleri olacak, bu güzel yüzler için ve onları bekleyen uzun hikâyeler için iyi dilekten başka ne dilenebilir ki? ?Kendinize yazan diyorsun? Neden yazar demiyorsunuz?? dedi aynı kıvırcık saçlı kız. Yazmak, yazanın iradesine ve keyfine kalmış bir şeydir. Herkes yazabilir, herkes her şeyi, istediği gibi yazabilir buna kimsenin de bir itirazı olmaz/olamaz. Yazdıkların birilerince ihtiyaç haline geliyorsa, sende iyi bir şeyler var demektir. Ama halen yazansın. Ta ki yazdıklarını okuyan, seni tarif ederken, ta içten ve inanarak ?Yazar? diyene kadar. Gülümsedi kıvırcık saçlı çocuk, elindeki not defterini salladı benden yana ve sesini iyice yükselterek, slogan atar gibi. ?Bence yazarsınız? *** Bir Ordu Lisesi vardı ve mezuniyetimden yıllar sonra, öğretmenlerim tarafından bir zamanlar ben yaştakilere örnek teşkil etmek üzere davetliydim? Geçmişten suretler aradım, hepsini gördüm, sımsıkı sarıldım hatıralara? Hiçbir tavsiyede ya da kinayede bulunmayacağım elbette, sonuçta herkes kendi hikâyesini yaşıyor ve kendi anlamlarıyla yer buluyor hatıralarında? Bir Ordu Lisesi vardı? İyi ki vardı?